İnsanın Kökenine Dair Bildiğimiz Her Şey Bakın Nasıl Değişiyor

45
12
10
4
3
Afrika’dan dünyanın farklı bölgelerine göç eden, kendisine yeni hayatlar kuran insanoğlu kökenine dair popüler anlayışlar tarih oluyor. Bilim dünyası, yeni bulguların eşiğinde ve yeni keşiflerin ışığında, belki de bugüne kadar hiç düşünmediğimiz teorilerle sarsılıyor.

Bilimin temelinde yatan değişebilirlik ve birikim anlayışı, çoğu zaman doğru olarak kabul edilen varsayımların tarihe gömülmesine neden olmuştur. İlk insanlara dair kalıntıların henüz bulunmadığı tarihlerde nasıl farklı düşünceler varsa; söz konusu kalıntılar o düşünceleri yalanladıysa şimdi de aynı şey yaşanıyor. Bu kez durum çok farklı, çünkü kanıtlara dayandırılan görüşler yıkılıyor. 

Evrim teorisine göre Afrika’dan dünyanın farklı köşelerine göç eden, toplumlar kuran, düşündükçe değişen insanlık, aslında hiç bilmediğimiz bir hikayeye sahip olabilir. Bilim insanları derinlerde bu işin daha karışık olduğunun farkındalar. Kendi kökenimize ilişkin kesin yargıların yapılmaması gerektiği bilinciyle hareket edersek keşfedekceklerimizin, çözeceğimiz gizemlerin de bir sınırı yok.

Çeşitli disiplinlerden ve kurumlardan bir araya gelen dünyanın öncü araştırmacıları, modern Homo Sapiens’in Afrika’dan dünyaya yayıldığı hipotezine karşı çıkarak, daha büyük bir resmin varlığına dikkat çektiler. 

Oxford Üniversitesi Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Entitüsü’nde görevli arkeolog Elenor Scerri, modern insanın tarihine ilişkin çıkartılan bir soy ağacı çalışmasına katkıda bulunuyor. Scerri, “Çeşitli alanlardan elde edilen insan kalıntılarını bir araya getirirken, ortak atalarımızla ilgili bazı önemli sorunları yanıtlamaya başlayabiliriz. Hatta daha önce sormadığımız yeni sorularla geçmişimizi daha derinlemesine inceleyebiliriz” diyor.

Bugün, gezegenin her köşesinde yaklaşık 7.6 milyar Homo Sapiens yaşıyor. İnsanların genleri, jeolojik açıdan çok yakın bir zamana kadar birbirleriyle yakından ilişki kurdukları ortak bir popülasyona işaret ediyor olabilir.


  
Yapılan yeni fosil keşifleri, gelişmiş teknolojik araçlarla bir araya geldiklerinde, insanoğlunun ayrılıp gezegenin farklı köşelerine yayıldığı tarihi 300.000 yıl öncesine kadar dayandırıyor. Bu dağılmanın doğasını anlayabilmemiz için, bu tarihin sürekli değişebileceğini de kabul etmek gerekiyor. Üstelik söz konusu fosiller, son 3-4 yılda bulundular. Bundan öncesinde söz konusu tarih 150.000 yıl önceye dayandırılıyordu. Yani bu fosillerden önceki düşünceleri “kesin” bir şekilde kabul eden bilimsel çalışmalar bir anda tozlu raflara koyuldular.

Aynı zamanda söz konusu keşifler, atalarımızın nüfus yapısının neye benzediğini de merak etmemize yol açtı. Örneğin Fas’ın Marakeş bölgesinde bulunan kemik parçalarıyla, Güney Afrika’da bulunan 260.000 yıllık kafatasının nasıl bir bağlantıya sahip olduğuna dair yeni sorular soruluyor. 

Geleneksel görüşler, Sahra’nın altındaki Afrika bölgesinin, insanlığın tek doğum yeri olarak kabul edildiği savına ayak uyduruyor. Şöyle bir durup uzaktan baktığımızda kendi kökenimize ilişkin çok sığ tespitler yaptığımızı da anlıyoruz. 

Scerri, “Fosil kayıtlarında, modern insan formuna doğru gittikçe şekillenen mozaik şeklinde bir sıralama vardır. Bu fosillerin bütün kıta çapında benzer eğilimler gösterdiğini anlıyoruz. Bu özelliklerin, diğer kıtalarda ve bölgelerde bulunan fosillerle ortaya çıkmaları, bize iyi bir bağlam kurmadığımızı söylüyor” diyor. 

Geleneksel görüşlerde, Afrika’da farklı bölgelere dağılmış insan atalarının, bugünkü popülasyondan daha farklı anatomik yapılara sahip oldukları, çeşitli yapılara sahip fiziki görünümleriyle gruplaştıklarını söyler. 

Tamamen izole olarak yaşamış avcı-toplayıcı topluluklarla diğer toplulukların, hala ara sıra belirgin çapraz ilişkiler kurduğunu dair bulgular ele geçiriliyor. Yani farklı sınıflarla, farklı fiziki görünümlere sahip olduğu düşünülen bu gruplar, düşündüğümüzün aksine birbirlerine çok yakın olabilirler. Scerri, “Bu durum, genetik değişimlerin rastgele ve sık olmadığı bir alt nüfus modeline uyduğunu düşünüyoruz” diyor. Yani Homo sapiens’in, bahsi geçen farklı gruplardan birisi olduğunu değil, grupların genetik alışverişi ile ortaya çıkmış, bugüne kadar tespit edilemeyen bir popülasyondan gelebileceği ihtimalinden bahsediyor.

Modern insanları belirsiz kılan şey, zaman içerisinde çok farklı coğrafyalarda değişen özellikleri. Bu konuda genetik kültürel çeşitlenmeyle harmanlanıyor, sürece sadece formel bilimler değil, sosyal bilimlerde dail oluyor. Eğer farklı insan popülasyonları birbirleriyle iletişim kurdularsa, bunu neye dayanarak yaptılar?

Scerri, “Genetik ve kültürel çeşitliliğimizi ya da insanın nereden geldiğini anlamak, davranışsal ve biyolojik esnekliğimizi eski bir alt nüfus bölümüne dayandırmak gerekebilir. Bu nedenle Afrika’daki çeşitli ekolojik koşulları da incelemeliyiz” diyor. 

Tek bir soydan geldiğimize karşılık olarak, kayıp bir ortak popülasyondan geldiğimiz savının gün geçtikçe daha çok kanıta ve desteğe sahip olması, gerçekten de heyecan yaratıyor. Mesela bu durum, Neanderthal ve Denisovalılar gibi, varlığı bulgularla kanıtlanmış olan farklı insan türleriyle biz Homo Sapienslerin ilişkilerini de sorgulamamızı sağlıyor. 

Günümüz insan nüfusu, geçmişe kıyasla fazlasıyla iç içe geçmiş homojen bir yapıda. Bunu çok basit bir şekilde Macarların bir aslında Orta Asya’dan göçtükleri yakın tarihe bakarak, ya da Afrika’da nadiren de olsa mavi gözlü siyahi çocukların doğdukları gerçeğine göz atarak da anlayabiliriz. Günden güne küresel çapta insan topluluğun iç içe geçmesi, gelecekte ırk çeşitliliğini de ortadan kaldıracak. 

Scerri’nin çığır açan araştırması için buraya tıklamanız yeterli.

Kaynak : https://www.sciencealert.com/complex-human-ancestry-african-multiregionalism-hypothesis-evidence
45
12
10
4
3
Emoji İle Tepki Ver
45
12
10
4
3