Öleceğini Önceden Bilmek, İnsanı Nasıl Değiştirir?

51
11
6
4
3
Bu olasılık insanda en iyi veya en kötü özellikleri ortaya çıkarabilir. Fakat kesin olan, her şeyi değiştireceği ve yerle bir edeceğidir.

Hepimiz bir gün öleceğiz. Bunu herkes biliyor. Kimi psikologlara göre; bu huzursuz edici gerçek, sürekli zihnimizin derinliklerinde bir yerde duruyor ve yeme-içme alışkanlıklarımızdan çocuk yapmaya, kitap yazmaktan şirket kurmaya değin yaptığımız pek çok işte etkisini gösteriyor.

Sağlıklı insanlar açısından ölüm, zihnin arka planında yer alır ve etkisini bilinçaltı düzeyde gösterir. Gündelik yaşantımızı, ölümü düşünmeden sürdürürüz çoğu zaman. Peki, ne zaman ve nasıl öleceğimizi bilsek ne olurdu? Mümkün olmasa da, bu problem üzerinde düşünmek, yeryüzünde kalan vaktimizi en iyi biçimde nasıl değerlendirebileceğimiz hususunda bize bazı ipuçları verebilir.

Psikoloji profesörü Sheldon Solomon'un korku idaresi teorisine bakılırsa, insanlar dünyanın bir anlamı olduğuna ya da hayatımızın bir kıymet ifade ettiğine ilişkin kültürel inançlara sarılıyor; aksi takdirde devamlı bir varoluşsal korku içinde yaşardı.

Binden fazla deneyi analiz eden araştırmacılar; ölüm anımsandığında insanların temel kültürel inançlara daha sıkı sarıldığını, öz değer hissini artırmaya çabaladığını, kendi inançlarına tehdit olarak algıladığı şeylere düşmanca tepki gösterdiğini gözlemledi.

Davranışsal değişim

Bilgisayar ekranında 'ölüm' kelimesinin saniyeden çok daha kısa süre belirmesi ya da arka planda bir cenaze merasimi görüntüsü dahi davranışlarda değişime sebep olabiliyor. Bu durumda, görünüm, siyasi eğilim, coğrafi orijin ya da dini inanç açısından bize benzeyenlere daha iyi davranırken, bu nitelikleri paylaşmayanlara karşı hor görücü ve şiddet içeren davranışlar sergiliyoruz. Alkol, sigara, alışveriş ve aşırı yeme tutumları sergilemeye, çevreye karşı hassasiyet göstermemeye başlıyoruz.

Yani herkesin ölüm biçimi ve vaktini öğrenmesi halinde toplum daha ırkçı, yabancı düşmanı, şiddete başvuran, savaşı kışkırtan, çevreye zarar veren bir hal alırdı. Fakat ölüm korkusunun tetiklediği bu negatif etkileri anlayarak, bu davranışlara karşı önlem alınabilir. Mesela Güney Koreli Budist rahipler, ölüme karşı bu tepkileri göstermiyor.

Araştırmacılar, 'ölüm üzerinde düşünme' ismi verdikleri ve ölüme ilişkin genel ve soyut düşünmekten çok, nasıl ölüneceği ve bu ölümün aile üzerindeki etkisi üzerine düşünmenin çok değişik neticeler doğurduğunu fark etti. Bu durumda insanlar daha diğerkâm oluyor, mesela ihtiyaç olsa da olmasa da kan bağışında bulunuyor.

Bu verilere göre, ölüm tarihimizi öğrenmek, bizi refleksel bir izolasyon yerine sosyal ilişkilerimize ve amaçlarımıza yoğunlaşmaya yöneltebilir! Salzburg Üniversitesi'nden psikoloji profesörü Eva Jonas, "Ömrün sınırlı olduğunu bilmek hayatın değerini daha iyi anlamamızı sağlayıp 'hepimiz aynı gemideyiz' duygusuyla başkalarına karşı hoşgörü ve merhamet duygularımızı geliştirebilir, savunmacı tepkileri azaltabilir" diyor.

Farklı tepkiler

Ayrıca tepkiler kişilik özelliklerine ve öngörülen ölüm tarih ve biçimine göre de değişiyor. Ölümcül hastalarla yapılan çalışmalar ölüme karşı tepkiyi anlamamızı sağlıyor. Bu hastalarda iki aşamalı bir düşünce tarzı ortaya çıkıyor: İlk aşamada, ölüm gerçekten kaçınılmaz mı, yoksa hastalıkla mücadele edilebilir mi sorusu eşliğinde teşhis sorgulanıyor. Daha sonra ise ömrün kalan kısmının en iyi nasıl değerlendirilebileceği üzerinde yoğunlaşılıyor. Bazıları tüm enerjisini hastalıkla mücadeleye verirken, bazıları da sevdikleriyle mümkün olduğunca fazla zaman geçirmeye ve kendilerini mutlu edecek şeyler yapmaya yoğunlaşıyor.

Ölüm tarihi ve biçimini önceden öğrenme durumunda da benzer yönelimler gelişiyor. Kimi o durumu ortaya çıkarabilecek her şeyden kaçınırken (örneğin trafik kazasında öleceklerini biliyorlarsa hiç araca binmemek gibi) kimi de ölümleri üzerinde kontrolü kendi ellerine almak istiyor. Bu olanak varsa bu insanlar ölüm kaygısıyla ilgili savunmacı önyargıları daha az sergiliyor.

Ölümden dönen insanlarda da pozitif değişimler gözlendiği, 'hayat kısa, onu en iyi biçimde geçirmek lazım' anlayışının geliştiği belirtiliyor. Fakat tek davranış şekli bu değil. Kimisi de yaşamın anlamsızlığına kanaat getirip, hayattan elini ayağını çekmeye başlıyor.

Philadelphia Çocuk Hastanesi'nden çocuk doktoru ve etikçi Chris Feudtner, "Değişiklikler streslidir. Burada bir insanın başına gelebilecek en büyük değişim söz konusu: Var olmaktan yok olmaya bir değişim" diyor.

Dinsel altüst oluş

Dünyanın neresinde olursak olalım, ölüm vaktimizi öğrendiğimizde gündelik yaşantımız mutlaka değişime uğrayacaktır. Bu durumda terapi alan insanların sayısı artabilir, yeni sosyal ritüeller ortaya çıkabilir, doğum günlerinin yanında ölüm günleri kutlaması yapılabilir.

Bu durum, mevcut dinlerde de bir altüst oluşa sebep olacaktır. Boşluğu doldurmaya yönelik tarikatlar ve dini ritüeller türeyebilir.

İlişkiler de bundan etkilenecektir. Mesela ölüm tarihleri birbirine yakın insanların romantik ilişkiye girmesi zorunluluğu ve bunları kolaylaştıracak çöpçatanlık uygulamaları ortaya çıkabilir.

Ölümlü gelecek projeksiyonları

Biyolojik numune alınarak ölüm tarihinin belirlenmesi imkanı varsa, aileler ölüm tarihi erken bir fetüsün doğmasını istemeyebilir. Erken yaşta öleceğini bilen çiftler hiç çocuk yapmamaya karar verebilir, ya da o tarihe kadar mümkün olduğunca çok sayıda çocuk yapabilir.

İşyerlerinde ayrımcılık yapılmasına mahal vermemek için ölüm tarihlerinin işverene bildirilmemesini veya ülke yönetimine aday insanların bu tarihleri açıklamasını zorunlu kılan yasal düzenlemelere gidilebilir. Kimileri de yasal zorunluluk olmadığı halde ölüm tarihlerini kollarında dövme veya boyunlarında kolye biçiminde taşımak isteyebilir.

Ölüm gününde kimileri parti verirken, kimileri ise çevresindekilere zarar vermeme kaygısıyla kendilerini izole etmek zorunda hissedebilir.

Özetle; ölüm zamanımızı ve şeklimizi önceden bilmemiz, yaşam tarzımızda önemli değişikliklere sebep olacaktır.

51
11
6
4
3
Emoji İle Tepki Ver
51
11
6
4
3