'Kötü Bir Üniversiteye Gitmek Yerine Hiç Okumam Daha İyi' Düşüncesi Gerçekten Mantıklı Bir Tercih mi?

Halihazırda üniversite tercih dönemindeyiz ve haliyle üniversiteye yerleşecek olan birçok kişinin aklı karışık durumda. Aslında toplumda birçok konuda gördüğümüz gibi, üniversite seçimi konusunda da kişi tercihini bireysel olarak değil, toplumsal olarak yapabiliyor.

Peki kişinin bireysel olarak gidip okuyacağı bir okul için neden diğer insanların düşüncesi bu kadar önemli oluyor? Hele ki artık tüm dünyada egemen olan ‘iyi üniversite, iyi meslek, iyi kariyer’ anlayışını göz önüne aldığımızda neredeyse tüm öğrencilerin tek ve ortak bir amaç için çabalamaya başladığını anlayabiliyoruz.  

Öğrencilerin, gerek ailesinden gerek çevresinden duydukları bu ‘iyi bir üniversiteyi kazan’ baskısı pek çok genci kendi isteklerinden feragat edip diğerlerinin kendinden beklediği kalıba girebilmek için çalışmaya itebiliyor. İşte az önceki sorunun cevabı da burada yatıyor. İyi bir üniversiteye gidemeyince başarısız mı olunuyor veya her genç iyi üniversiteye gitmek için eşit şartlarda mı mücadele ediyor? Gençler üzerindeki bu iyi üniversite baskısının ortaya çıkardığı toplumsal sonuçları gelin birlikte tartışalım.

İyi bir üniversiteye gitmek, genel kanının aksine başarı için tek ölçüt değil ama yine de nitelikli bir eğitim için iyi bir üniversitede okumak oldukça önemli.

İyi üniversite tanımıyla genelde yurt dışı bağlantısı, kampüs durumu, akademik kadrosu ve eğitim niteliği ortalamanın üstünde olan üniversite kast ediliyor. Her genç bu tanımdaki bir üniversiteye gidemeyebilir, bu nedenle her genç için 'iyi bir üniversiteye gitmenin gerekli olduğu' söylemi karşılık bulmayabilir. Keza günümüzde her şehirde birçok üniversite açıldığı için gençler artık nitelikli bir üniversiteye gitmek için yüksek efor harcamak istemeyebiliyor. Veyahut herkes iyi bir üniversiteden mezun olup çok da iyi işler başarmayabiliyor. Bazısı da kötü olmayan ortalama bir üniversiteden mezun olup potansiyelinin çok çok üzerine çıkabiliyor. 

Mesela duymuşsunuzdur, okulu bırakıp kendi işini kuranlar, bir işte çalışmaya başlayıp müdür-patron olanlar, okuduğu bölümün işini yapmayıp yeteneklerinin olduğu alana yönelip marka devi olanlar da oldukça fazla sayıda. Yani tabii ki bunlar toplumun çoğunluğuna göre uç örnekler gibi görünebilir ama ‘başarılı olmak için tek belirleyicinin iyi bir üniversite’ olmadığını gösteren örnekler oldukları için gençlerin hevesini kıranlara karşı tekrar tekrar hatırlatılması gerektiğini düşünmekteyim. İyi bir üniversite başarının tek yolu olmamalı vurgusu da yanlış anlaşılmamalı çünkü kötü bir üniversite de genç bireylere geleceklerini aydınlatma konusunda neredeyse hiçbir şey katmayacaktır. Ayrıca hiç üniversiteye gitmemek de günümüz koşullarında eğer daha iyi bir imkanı yoksa bir genç için sosyal açıdan pek de faydalı olmayacaktır.

Üniversiteler sadece meslek kapısı değil, aynı zamanda sosyalleşmek için uygun ortamlardır.

Üniversiteye gitmeyi sadece meslek erbabı olup çıkmak gibi algılamak doğru değil. Çünkü üniversiteye giden birçok genç, içinde bulunduğu sosyal ortamdan ayrılarak başka bir sosyal çevreye geçiş yapmış oluyor. Aslında kendi bulunduğu şehrin, kültüründen sıyrılarak yeni bir kültürle tanışıyor da diyebiliriz.

Mesela Mardin’de yaşayan bir genç, gönlünün el verdiği, puanının da yettiği bir bölümü okumak için Edirne’ye gittiğinde artık kendisini çok başka sosyalleşme pratikleri bekliyor olacak. Edirne’nin kültürüne ayak uydurmaya çalışacak ve kendisi gibi başka şehirlerden gelmiş birçok farklı kültüre sahip öğrenciyle tanışacak. Belki çoğu kişi üniversitede tanıştığı diğer arkadaşlarıyla paylaştığı aynı yurdun odasında hayata dair yapılan sohbetlerde birçok farklı bakış açısı kazanmış olacak. Bu da bir bireyin kendini gerçekleştirme yolculuğunda ihtiyacı olan sosyal öğrenmenin inkâr edilemez bir parçası. Yani gençlere sadece iyi üniversiteleri asıl üniversiteler olarak tanıtıp diğer bütün üniversiteleri vasat olarak dışlamak birçok genci ihtiyacı olan yeni sosyalleşme anlayışından mahrum bırakmak olacaktır.

‘İyi üniversite’ söylemi, üniversite okumaya üstenci ve elitist bir yaklaşım getirebiliyor ancak vasat bir üniversite ortamı da pek ufuk açıcı görünmüyor.

Üniversiteleri iyi ve kötü olarak sınıflandırmak, çoğu üniversite öğrencisi adayını gidebilecekleri birkaç üniversite varmış, o üniversiteler dışındakiler gereksizmiş algısına sokabiliyor. Türkiye’de neredeyse tüm üniversitelerde Erasmus yapma, öğrenci değişim programlarına katılma ve projelere başvurma imkânı bulunuyor ama ne kadarı gençlere bu imkanlardan yeterince yararlanma fırsatı sunuyor, misal bu oldukça tartışmalı. Yani yurt dışına çıkabilmek için isim yapmış ve iyi olarak nitelendirilen bir üniversiteye gitmek gerekmiyor ama tabii ki köklü bir üniversite aracılığıyla yurt dışına çıkmanın prestiji her zaman daha fazla oluyor. 

‘’Üniversite burada okunur’’, ‘’üniversiteye gitmek istiyorsanız mutlaka iyi bir yere gitmelisiniz’’ gibi söylemler, gençlerin çoğu zaman mecburi olarak mezuna kalmalarına yol açabiliyor. Burada mezuna kalmayı kötülediğimiz gibi bir sonuç çıkmasın tabii ki, biz çoğu gencin mezuna kalmasındaki sebeplerin, üniversitelere yüklenen elit imaj ve prestij olduğunu ifade etmeye çalışıyoruz yoksa elbette gençlerin kendileri için en iyisini tercih etmelerini destekliyoruz. 

Gençlerin üzerindeki iyi yerleri kazanma baskısına bir de eğitimde fırsat eşitsizliği sorunu eklenince işler daha da zorlaşabiliyor.

Maalesef ki üniversiteye hazırlanan her genç aynı ekonomik koşullarda değil. Mesela sosyal ve ekonomik statüsü daha yüksek olan bir genç, özel dershanelere giderek sınava tam teşekküllü hazırlanabiliyor. Ancak ailesinin durumu kötü olan bir genç kendi emeği ve çabasıyla iyi yerlere gelmek için adeta mücadele içine girebiliyor. Ekonomik durumu yoksul kategorisinde olan bireylerle ekonomik durumu yüksek bireylerin aynı sınava eşit koşullarda hazırlanmaması iyi üniversiteye girmenin de çoğu zaman fırsat eşitliği gerektirdiğini bir kez daha hatırlatıyor.

 

Üniversite sınav sonuçları açıklanınca, sonucu kendisinden beklenen şekilde gelmeyen birisi ‘’eğer iyi üniversiteye gidemiyorsa hiç gitmesin’’ gibi bir yaklaşımla karşılaşabiliyor. Velhasıl bu tarz bir yaklaşım bir gencin geleceği için olumsuz ve baltalayıcı oluyor çünkü herkesin gelişim yolculuğu birbirinden farklı. Çoğunluğun doğru bildiği yanılgısı, bir genci gitmek istediği belki diğerleri kadar prestiji olmayan iyi bir üniversiteye gitmekten alıkoyabiliyor. Gençlerin elinden geldiğince emek verip istikballerini olumlu yönde etkileyeceğini düşündükleri iyi bir üniversiteye yerleşmeleri önem arz ediyor, bu nedenle gençleri kendileri için en uygun üniversiteyi tercih etmeleri için yönlendirmek gerekiyor. Todd Rose’un ‘Ortalamanın Sonu’ adlı kitabından bir esinlenmeyle, herkesin ortalama bir birey olarak yetişmesi gerektiği inancını taşıyan çoğunluğun tiranlığının, birey olma yolunda adımını atan hiçbir gencin geleceğini engellememesi gerektiğini hatırlatalım.

Kaynaklar: 1, 2