Beyin Göçü Furyasına Kaptırdığımız 3 Gence Sorduk: Bizi Neden Bırakıp Gittiniz, Gittiğiniz Yerde Ne Buldunuz?

Son yıllarda gelişmiş ülkelere yoğun bir beyin göçü yaşanıyor. Ekonomi, siyaset gibi nedenleri öne sürerek ülkemizden ayrılmayı tercih edenlerin sayısı günden güne artmakta ne yazık ki. İşte bunun nedenlerini daha iyi anlamak adına, Türkiye'den ayrılan 3 kişiye merak edilen soruları sorduk. Verdikleri samimi yanıtlar bakış açınızı önemli ölçüde genişletecek.

ÖZEL HABER - Türkiye gündemi özellikle son 10 yıldır hiç olmadığı kadar yoğun, her yıl bu yoğunluk daha da artmakta. Bu durumun da etkisiyle iyi eğitimli insanları gelişmiş ülkelere kolaylıkla kaptırmaya başladık ne yazık ki. Şu dönemde yaşanan göç dalgası, 50'lerdeki işçi göçünden çok farklı; artık ağırlıklı olarak eğitim düzeyi yüksek kişiler ülkemizden hızla ayrılıyor.

Peki en parlak beyinlerimiz hangi nedenlerle yurt dışına gidiyor? Orada yaşamanın avantajları, dezavantajları nedir? Irkçılıkla karşılaşıyorlar mı? Türkiye'yi özlüyorlar mı? Hepsini ve daha fazlasını kendilerine sorduk. Aldığımız yanıtlar oldukça etkileyici.

İlk konuğumuz 23 yaşındaki Fatmanur Aleyna Özcan. Eğitimine devam etmek için Almanya'ya gitti. İzlenimlerini, hislerini, düşüncelerini kendisinden dinleyelim:

Selam! Ben Aleyna. Uçak ve uzay mühendisiyim. Aslına bakarsanız sadece 2 ay önce mezun oldum, taze mühendis demek daha doğru. Şu an Almanya’nın Aachen şehrinde RWTH Aachen Üniversitesi’ne bağlı Aerodinamik enstitüsünde stajyer araştırmacı olarak şok dalgaları ve türbülanslı akışlar üzerine bir projede çalışıyorum.

1 Temmuz’da mezun oldum, 2 Temmuz’da ise Almanya’ya gelmiş ve stajıma başlamıştım. Açıkçası bir gün bile beklemek istemedim. Samsun Üniversitesi’nde lisans eğitimimi tamamladım. Korona sürecinde İzmir Şirince’de bir dağ otelinde yurt dışına gelebilmek için para biriktirirken bir yandan bitirme tezlerimi yazdım ve son senemi bitirdim.

Çok uzun süredir gitmek istediğimin farkındaydım. İyi bir eğitim almak gittikçe zorlaşıyor, eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ve ekonomik problemleri gördükçe bu isteğim günbegün artıyordu. İnsanlar arası ayrımcılık artık öylesine artmıştı ki mevzusunu dahi yapmayı bırakmış genel bir yaşam tarzı olarak görmeye başlamıştık, uzun süren mücadeleden sonra kabulleniş mi siniyordu üzerimize?

Agnes Varda’nın çok sevdiğim bir sözü vardır: "Keyifli bir feminist olmaya çalıştım ama sanırım çok asiydim." Kendimi bildim bileli bu konularla mücadele ediyorum ama sanırım çok asiydim ve benim içimdeki bu kabullenemeyiş ve ayaklanış hararetini koruyor hatta artık beni nefes alamaz duruma getiriyordu. Sanırım insan bir şeyi çok sevince ona zarar geldiğini görmek onun için katlanılmaz oluyor.

Türkiye’yi çok seviyorum. Topraklarına, doğasına, havasına, mevsimlerine, kültürüne, denizine aşığım. Ancak bunlar artık yetmez olmuş, aksine bir bir bunları da tüketiyor ve gözlerimizin önünde yok oluşlarını her gün gazetelerden, sosyal medyadan ya da televizyonlardan izliyorduk -tabii gerçek bilgilere ulaşmak da artık çok zordu-. Nefes almak istiyordum, özgürce yaşamak, ekonomik sıkıntıları biraz olsun arkamda bırakabilmek ve yirmili yaşlarımı yaşayabilmek.

Ne giydiğim, hangi dinden olduğum, yaşam tarzım bahis olmaksızın sadece kendim olabilmek istiyordum. Giydiğim bir şort yüzünden sokakta yürürken laf işitmekten, düşüncelerimi özgürce yayınlayamamaktan, her gün korkuyla telefonumu açıp tüm o negatif haberleri okumaktan yorulmuştum.

Herkes gibi ben de kendim için iyi bir gelecek istiyordum, mezuniyetim yaklaştıkça işsiz kalma korkum artıyor, kendimi diğer ülkelerde yaşayan yaşıtlarımın aklına dahi gelmeyen hayatta kalma ve bir şey olabilme sorunları içinde cebelleşiyorken buluyordum.

Türkiye şartlarında iyi bir eğitim aldığımı düşünüyorum, bunu kendini mesleğine adayan hocalarıma ve kendi çalışma disiplinime borçluyum ve bunun bir şans olduğunun farkındayım. Ancak yine de imkanlar çok sınırlıydı. Henüz daha kendi uçağımız ya da uzay ajansımız yokken uçak ve uzay mühendisliği okuyor, kaynaksızlık içinde kendimi geliştirmeye çalışıyordum. RWTH Aachen Avrupa’da mühendisliğin Harward’ı sayılan bir üniversite. Özellikle havacılık sanayisinin temellerinin atıldığı bir yerde eğitim görmek, öğrenmek ve kendimi geliştirmek istedim.

Kazanmak ve buraya gelmek hiç kolay olmadı. Çevremdeki insanlar onaylayacaktır, abartısız yıllardır çabalıyorum. Ekonomi hep bir problemdi benim için. Ancak öylesine bunu istiyor ve gitmeye odaklanmıştım ki belki de ekonomik olarak en gelinemez dönemde çantamı sırtıma aldım ve mezun olur olmaz geldim.

Türkler orada ikinci sınıf vatandaş olarak mı görülüyor? Irkçılık yapılıyor mu, dışlanma var mı? Varsa diğer milletlere de mi yapılıyor, yoksa sadece Türklere mi?

Tabii her şey pespembe değil burada da maalesef. Türk olmak belli noktalarda büyük bir dezavantaj. Burada büyük bir Türk topluluğu var ve halkın tarihsel deneyimlerinde pek de güzel anılmıyor. Türkler düzensizliğin, bağnazlığın ve illegal işlerin şövalyeleri olarak görülüyor.

21. yüzyılda hala Türkiye’yi köy zanneden insanlar var. En şaşırdığım ve sık sık aldığım sorulardan bazıları; "Ailemin beni zorla evlendirmeye çalışmasından dolayı mı buraya kaçtım?", "Okumama bir şey demiyorlar mı?", "Ülkemde kapalı mıydım?" gibi gibi deli saçması sorular. (Böyle diyorum da sanki bunlar gerçekten olmuyor mu hala dünyamızda? Ah insanlık!).

Açıkçası bu soruları almak beni başlarda çılgına çeviriyordu. Cevap vermeye yetişemiyor, hararetle gerçeklerden bahsediyor, onlara hayatımızı anlatmaya çalışıyordum ama sonra yoruldum. Tüm Avrupa’ya anlatabilecek gücü bulamayacağımı anladığım gün bu savaşı da bıraktım. "Hiç mi haber dinlemiyorsunuz? Dünya’dan haberiniz yok mu?" diyordum ama maalesef dünyaya yansıyan Türkiye buydu.

Hele "Avrupa Birliği'ne girdiğinizde belki her şey düzelir" cümlesi! Fatih Akın’la aynı hiddeti taşıyorum bu cümleye. İnsanlarla sıcak bir sohbet kurup cümlenin "sen nereden geliyorsun" kısmında alınan "Türkiye" cevabıyla insanların bakışının değiştiğine birçok kez şahit oldum. Bu genelde orta yaş ve üstündeki insanlarda yaşadığınız bir şey, gençler bu tarz saçmalıklara günahlarını bile vermiyor.

Irkçılık burada mücadelesi verilen en büyük problemlerden biri. Var olduğunu görebiliyorum ama bu insanlar da tabiri caizse buranın bağnazları ve yavaş yavaş tükendiklerini onlara nefes alma şansı bırakılmadığını görüyorum. Irklar arasında gizli bir sıralama olduğunu sezebiliyorum. Türkler, Hintliler, Polonyalılar ve Asyalılar açıkçası çoğu zaman bir ırk alt sınıf görülecekse başı çekiyor ancak ben gerçekten bunun tarihin bilinçaltlarına işlediği bir şey olduğunu düşünüyorum.

Kötü bir muamele görmek çok zor. Polisler bu konuda çok hassas, halk da öyle, biri ırkçılık yapmayagörsün, orada o insanı durdurup polis çağıranları bile gördüm. Şakasını etmek, küçük görmek... Bilemiyorum, ben burada insanın değerli olduğunu hissediyorum ve bu algıyı beslemek için çok çalışıyorlar. Her yerde pankartlar ve çalışmalar var bunun üzerine, dönem dönem yürüyüşler yapılıyor, burada da birçok düzen yeniden kuruluyor.

Yaşadığım şehirde belediye kilisenin tepesine LGBT bayrağı astı, anlayacağınız artık ayrımcılıkların hiçbirine kimsenin katlanacak şu kadarcık tahammülü yok ve bu çok hoşuma gidiyor. Sanırım henüz Türkiye için herhangi bir yere LGBT bayrağı asmaya çok var.

İş arkadaşlarım bana çok nazik ve yardımsever davranıyor, bir ayrımcılık görmüyorum. O kadar unutmuşum ki insan gibi muamele görmeyi, sürekli şaşırıyorum. Başlangıç ve bitiş saatleri çok net. 1 dakika bile fazla çalışmanıza izin vermiyorlar, çalışırsanız da karşılığını alıyorsunuz.

Türkiye’de birçok restoranda, otelde ve işletmede çalıştım hatta çoğu da epey ünlü, büyük, isim yapmış olanlardı. Ama onlarda bile perdenin arkasında o kadar çok oyun dönüyor ve insanları nasıl kazıklar, neyden nasıl kar ederiz hesabı yapılıyordu ki buradaki şeffaflığı görünce şaşırdım. 8 saat diye anlaşıp en az 12 saat çalışırsınız, bu yazısız bir kuraldır. Ne sigorta yaparlar ne de sesinizi çıkarabilirsiniz, el mecbur sonuçta… Türkiye… 

Haftada 2-3 gün çalıştığım bir mekân kaza sigortamdan tutun da sorumluluk sigortama kadar yaptırdı, bir de bana sigorta belgelerimi verip diyorlar ki "Sigorta yaptırıp para ödeme, biz sana yaptırdık." Sigorta mı? Güvence mi? Yapmayın, alışkın değilim böyle şeylere. Desenize "Sigorta yapmayız ama sana şu kadar fazla para veririz sesini çıkartmazsan." Ah ah! Mekanlar düzenli olarak denetleniyor, kurallar çok net. Kimsenin eyvallahı yok, uymazsan cezanı alırsın. Amcalar, dayılar milletvekilleri anlayacağınız işlevsiz burada.

Ayrıca burada yaşayan farklı ülkelerden gelmiş o kadar insan var ki burada farklı olmak çok normal, bu hoşuma gidiyor. Çoğu şey uluslararası, yaşamak kolay, herkes kendine göre bir şeyler bulabilir burada. Ekonomiden bahsetmeme gerek bile yok bence. İlk geldiğimde o küçük rakamları görmek beni acayip şaşırtıyordu. 0.60, 1.29, 2.35... Artık 3 Euro’yu geçmeye başlayınca pahalı demeye başlıyorlar, siz düşünün.

Tabii başlarda daha yeni Türkiye’den gelmiştim ve her şeyi 10 ile çarpma alışkanlığımı bir süre bırakamadım ancak sonrasında burada bir pizzacıda çalışmaya başladım ve sadece 3-4 saat çalışarak koca bir market çantasını dilediğimce doldurabiliyor olmak kısa sürede beni tatmin etti. Alkol fiyatlarına, bir mekâna oturup yemek yediğimde ödediğim hesaplara, ünlü markaların ayakkabılarına ya da kıyafetlerine bir günlük çalışmamla ulaşabileceğim düşüncesine hala her gün şaşırıyorum.

Türkiye bir gün istediğin gibi bir yer olursa geri döner miydin, yoksa hâlâ orada yaşamaya devam eder misin?

Türkiye istediğim gibi bir yer olsa geri döner miyim? Bu soruyu duyar duymaz "elbette" demek geçiyor içimden ama o kadar ütopik geliyor ki korkuyorum "evet" derken. Türkiye’yi çok seviyorum, Türkiye deyince bir düğüm oturuyor boğazıma. Çok ayrı her şeyiyle, 2 ay olmasına rağmen özlediğim çok şey var ama… Zihnim hayal kurmaktan korkuyor üzgünüm. "Evet" deyip kaçacağım bu sorudan.

Sosyal çevren nasıl? Yine Türklerle mi takılıyorsun, yoksa o ülkenin yerlisiyle mi? Yalnızlık hissediyor musun?

Sosyal çevremden çok memnunum. Birleşmiş milletler gibiyiz. Her ülkeden, kültürden arkadaş edinebilirsiniz. Burada yaşam gençler için gerçekten kolay. Dışarı çıkmak, eğlenmek, partilere gitmek, seyahat etmek yaşamak kadar normal onlar için. Ben hala uyum sağlamaya çalışıyorum.

23 yaşında olmama rağmen benden 6-7 yaş büyük ve hala üniversitesinin ikinci üçüncü yılında olan yüzlerce insan var. Ne kadar stressiz ve rahat olduklarını gördükçe bize bir kez daha üzülüyorum. Ne kadar da hızlı büyümüşüz bizler! Az daha yaşamayı, genç olduğumuzu unutacağız…

Meslek edinme kaygıları, geçim kaygıları neredeyse çoğunda yok. Sadece anlarını yaşıyorlar. Ben de daha rahat biri olmayı öğrenmeye çalışıyorum, onlardan genç olmayı öğreniyorum demek daha doğru sanırım. Açıkçası Türklerle takılmak hiçbir zaman önceliğim olmadı, aslına bakarsanız herhangi bir ırk için böyle bir sıralamam olmadı ama burada farklı ırklardan ve kültürlerden insanlarla arkadaşlık etmenin beni beslediğini hissediyorum.

Ayrıca şundan da bahsetmeliyim, 50 yıl hatta 100 yıl geriden gelen büyük bir Türk topluluğu var burada. Ne kadar bağnaz ve kör olduklarına şaşırırsınız. Kendi içlerine kapanmışlar. Kendi sokakları, caddeleri var. Çoğu Almanca dahi öğrenmemiş, burada doğmuş olmalarına rağmen. Asosyallikleri ile ünlüler. Ne buradan gidiyorlar ne de burayı seviyorlar. Türkiye sevdaları dillerinde, her şeyin Türkiye’de güllük gülistanlık olduğunu sanıyorlar. Onlara katlanamıyorum. Dönün o zaman be kardeşim! Hatta çoğu zaman dışarda çok fazla Türkçe konuşmuyorum. Türk çevrelerce tanınmak istemiyorum açıkçası. Çevremde Türkler var ama açık fikirli ve kendini geliştirmiş Türkler. Genelde çevremdekiler uluslararası; Alman, İspanyol, İtalyan, Fransız ve Yunan ağırlıklı.

Ardında bırakmak zorunda kaldıkların peki? Ailen, arkadaşların, memleketin? Ne hissettiriyor?

Ardımda bırakmak zorunda kaldıklarım… Bunun bu kadar zor olabileceğini düşünmemiştim. Sınırı geçtikten sonra aradaki binlerce kilometrenin farkına varmak zaman alıyor. Ailemden hep bir şekilde eğitim nedeniyle ya da başka sebeplerle uzun süredir ayrı kaldım ama sanırım yine de oralarda bir yerdeydim, ulaşılabilir noktada. Bazen uzakta olmak korkutucu olabiliyor. Ya anneme bir şey olursa? Babam, kardeşim? Sevdiklerim? Ancak açıkçası bu konularda şanslı bir çağdayız, bir uçak uzağımda olduklarını düşünüp kendimi rahatlatıyorum.

İlk geldiğinizde sıfırdan başlıyorsunuz. Hiç kimseniz yok, çoğu şeyi yeniden öğreniyorsunuz, üstelik bunları kendi ülkenizde ne zaman öğrendiğinizi hatırlamazken bile. Arkadaşlarımı çok özlüyorum, bence bizler Türkiye’de zor şartlar altında bir şekilde birlik olmayı ve birbirimize güç olmayı çok iyi öğrendik. Zaten şu an arkadaşlarımın çoğu da Dünya’nın dört bir yanına dağılmış vaziyette. Gördüğüm güzel yerleri onlara da göstermek, aynı müzikte onlarla da dans etmek istiyorum. Şimdilik umut ediyor ve güzel günlerde buluşacağımızı diliyorum.

Oturma izni, dil öğrenme, adapte olma, vatandaşlık alma gibi konular çok zorladı mı?

Ah, oturma izni ve tüm diğer evrak işleri! Tam bir ayımı aldı. Almanya bu konuda gerçekten hala çok geride, bunun da sebebi yaşlı insan sayısının çok fazla olması. Şaka gibi ama hala sağlık karnesi, aşı cüzdanı falan taşıyorlar. Kâğıt işlerine, posta kutularına ve mektuplara bayılıyorlar. Randevu almak, beklemek, o evrakı oradan oraya götürmek… Zaman alıyor ama herkes çok disiplinli, kuralları takip ettiğinizde korkacak bir şey yok.

Dil konusu benim için hiç zor olmadı. İngilizceyle her işinizi halledebilirsiniz. Yaşlısından 5 yaşındaki çocuğuna herkes çok iyi İngilizce konuşuyor. Dil kursum da yeni başladı, pratik yapması çok kolay bir dil, sorun olmuyor. Hatta Almanca bilmememe rağmen ünlü bir pizzacıda çalışıyor ve misafirlerle İngilizce konuşuyorum; kimse sorun etmiyor, anlayışlı davranıp yardım ediyorlar.

En çok hangi konuda daha refahlamış hissediyorsun?

Açıkçası en çok ekonomik ve düşüncesel özgürlük konusunda refahta hissediyorum. İstediğimi yargılanmadan yapabiliyor olmak hoşuma gidiyor. Sokaklarda öpüşen çiftler, bebekleri ile yürüyen gey sevgililer, çimenlerde partileyen gençler görmek huzur veriyor. Kasa bira almanınsa ucuz bir şey olması… Bu gençliğe ucuz bira borcunuz var!

Türkiye'nin en önemli sorunu sence nedir?

Türkiye’nin en büyük problemi bence gençlerini dinlememesi ve onlara hayatı zindan etmesi. Gençleri ah bir dinleseler güzel günler göreceğiz. Sadece gençler de değil; aslında demek istediğim, bunamamış ve körleşmemiş canlı zihinler. :)

Başka bir ülkede olmana rağmen Türkiye gündemine hâlâ maruz kalıyor musun? Ülkede yaşananları önemsiyor musun?

Türkiye’nin, gündemimden çıkması mümkün değil. Bir; orası benim vatanım, hiçbir zaman arkamda bırakamam. Sevdiklerim orada yaşıyor; canlılarım, ormanlarım, dağlarım, denizlerim… İki; Türkiye benim kimliğim, onu geride bırakmak özümü de bırakmak olur. Orman yangınlarında perişan oldum. Her gün uçağa atlayıp yardıma gitmek istedim; geceleri uyuyamadım, elimde telefonum, bilgisayarım gözüm sürekli haberlerdeydi. Ve hala tüm diğer savunduğum ve davasını güttüğüm şeyler, hiçbir şey değişmedi; benim yaşantımda değişmiş olabilir ama Türkiye ben ölene kadar benim gündemim ve davam olacak.

Son olarak, özellikle bahsetmek istediğin bir konu var mi?

Son olarak, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şu sözüyle bitirmek istiyorum: "Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânı vermiyor."

İkinci konuğumuz olan Eren Algan'ın etkileyici bir kariyeri bulunuyor. Microsoft ve UBER'de çalıştıktan sonra şimdilerde Facebook'ta çalışan Eren'in hikayesini kendi ağzından aktarıyoruz:

Öncelikle herkese selamlar. Biraz özgeçmişimden bahsedeyim. 2003 yılında Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümüne burslu olarak girmeye hak kazandım. 2007'de mezun olduktan sonra aynı bölümde yüksek lisansa başladım. Aynı zamanda da ODTÜ Teknokent'te bir savunma sanayi firmasında işe girdim.

Yüksek lisansın son yılında işten ayrılıp ERASMUS ile Viyana'ya gittim ve eğitimime yaklaşık 9 ay kadar orada devam ettim. Viyana dönüşü bir savunma sanayi firmasında yaklaşık 2 yıl kadar çalıştıktan sonra, bir arkadaşım sayesinde Microsoft'un Türkiye'ye alım yapmak için geleceğini öğrendim ve mülakat için başvuruda bulundum. Başvurumun kabul edilmesinin hemen ardından ise yaklaşık 15 gün boyunca Microsoft'un teknik mülakatlarına hazırlandım.

Doğruyu söylemek gerekirse, o zamana kadar büyük teknoloji şirketlerinin görüşmelerine alışık olmadığım için bu hazırlanma süreci bana oldukça zor geldi. Uzun bir görüşme sürecinden sonra, Microsoft'un bana teklif vereceğini öğrendiğim o an hayatımın en mutlu anlarından biri oldu. Hatta haberi veren insan kaynakları personeline mutluluktan sarıldığımı hatırlıyorum.

Vize işlemlerini bekleyip biraz daha Türkiye'de çalıştıktan sonra, 2012 yılının sonunda eşimle birlikte Seattle'a taşındık ve yaklaşık 4 sene Microsoft'un iki farklı departmanında yazılım mühendisi olarak çalıştım. Bizim sektörde biraz vakit geçirince, belli aralıklarla farklı şirketlere transfer olmanın genel olarak faydalı olduğunu öğreniyorsunuz. Tam da bu yüzden farklı bir şirkete geçip yeni kazanımlar edinerek kendimi daha da geliştirmek istiyordum.

2016 senesinde UBER’den teklif aldım ve burada da kendime alanımda yenilikler katabildiğim 5 yıllık güzel bir çalışma hayatım oldu. 2021 yılının Nisan ayında ise Facebook'tan (Facebook/Instagram/WhatsApp/Oculus ürünleri Facebook şirketinin çatısı altında) uzman yazılım mühendisi pozisyonu için teklif aldım ve yaklaşık 5 aydır da Facebook'ta görev yapıyorum.

Türkler orada ikinci sınıf vatandaş olarak mı görülüyor? Irkçılık yapılıyor mu, dışlanma var mı? Varsa diğer milletlere de mi yapılıyor, yoksa sadece Türklere mi?

Seattle yoğun bir şekilde uluslararası göç alan Amerika şehirlerinden birisi. Zamanında Boeing'in başlattığı, Amazon ve Microsoft'un devam ettirdiği bu göç sayesinde bu şehir farklı kültürlere oldukça sıcak bakan ve ırkçılığın her alanda olumsuz karşılandığı bir şehir.

Burada Türkler kesinlikle ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüyorlar. Bunu örneklendirmek için size birkaç anımı paylaşayım. Microsoft'a geldiğim ilk yıllarda, çok üst seviyeden Çinli bir müdür beni yanına çağırıp, Türkiye'den başka arkadaşlarımın olup olmadığını, Microsoft için çalışıp çalışamayacaklarını sormuştu. Neden bunu istediğini sorduğumda, bana Türklerin ne kadar iyi mühendisler olduğunu söyleyip, ona CV'sini vereceğim arkadaşlarla konuşmak istediğini belirtmişti. Kıssadan hisse burada pozitif anlamda bir etkimizin olduğunu düşünüyorum ve Türkler büyük şirketlerde sorumluluk sahibi, iyi mühendisler olarak görülüyorlar. 

Çok yakın bir zamanda arkadaşlarla kampa giderken vapurda yaşadığım diğer bir anıdan bahsedeyim. Bizim kendi aramızda farklı bir dil konuştuğumuzu fark eden bir Amerikalı, eşi ile yanımıza gelip, "Hangi dili konuşuyorsunuz?" dedi. Biz de Türkçe olduğunu söyleyince, dilin ne kadar güzel bir fonetiğinin olduğunu söyleyip bize Türkçe ve Türkiye ile ilgili sorular sordular. Birkaç dakika sonra tekrar karşılaştık, bize "Merhaba" dedi. Telefondan hemen Türkçe nasıl "Hi" diyebilirim diye arayıp, gelip bize selam verdi ve muhabbetimiz daha da derinleşti. Kısacası burada farklı kültürlerden korkmak yerine onlar hakkında bilgi sahibi olmaya çalışan bir halk var.

Türkiye istediğin gibi bir yer olursa geri döner miydin, yoksa hâlâ orada yaşamaya devam eder miydin?

Kesinlikle dönerim. Türkiye potansiyeli çok yüksek, harika bir ülke. Birçok sorunun olduğu aşikar ama bunları çözecek kişiler de yine bizleriz. Umutsuzluğa kapılmadan ülkemizi kendi yaşamak istediğimiz seviyeye getirebiliriz. Zorlu bir mücadele olduğunun farkındayım ama bu sorunun çözümüne önce kendi etrafımızdaki insanların bakış açılarını değiştirmek ile başlayabiliriz. Üniversite sınavlarının yakın zamanda açıklandığı bu dönemde, genç arkadaşlarımın karamsarlığa kapılarak gelecekten umutlarını kesmelerini çok yanlış buluyorum. Dünya ile çok rahat entegre olunabilecek (internet :)), yaşadığımız coğrafyanın negatif yanlarının etkisini minimize edebileceğimiz çok fazla fırsat mevcut. 

Sosyal çevren nasıl? Yine Türklerle mi takılıyorsun, o ülkenin yerlisiyle mi? Yalnızlık hissediyor musun?

Seattle'da harika bir sosyal çevremiz var. Yıllar içinde oluşturduğumuz arkadaş grubu ile haftada en az 3-4 gün bir araya gelip, çay içip sohbet ediyoruz. Ayrıca ben FIFA oynamayı çok sevdiğim için, arkadaşları toplayıp FIFA geceleri düzenliyorum. :) 

Yabancı yakın arkadaşlarımız da var ama çoğunlukla Türk arkadaşlarımızla vakit geçiriyoruz. Aynı geçmişe, benzer çocukluk anılarına sahip olmak, aynı kültürden olmak arkadaşlar arasında farklı bir derinlik oluşturuyor. Her ne kadar yabancı arkadaşlarımla görüşmekten keyif alsam da Türk arkadaşlarla yaşadığım derinlik farklı bir seviyede. Aile özlemi dışında yalnızlık hissetmiyorum çünkü kaliteli vakit geçirebildiğim arkadaşlarım olduğunu düşünüyorum.

Ardında bırakmak zorunda kaldıkların peki? Ailen, arkadaşların, memleketin? Ne hissettiriyor?

Yıllar geçtikçe ve hepimiz yaşlandıkça, vaktin ne kadar değerli olduğunu insan anlamaya başlıyor. Bu bağlamda, ailemden uzakta olmak son yıllarda boşluğunu daha çok hissettiğim bir problem. Bunun için Covid döneminde, önceki şirketimden izin alıp yaklaşık 7 ay boyunca Türkiye'den çalışma fırsatı buldum. Ailemin yanında olmak ve bir süreliğine de olsa onların günlük hayatlarının parçası olmak bana çok iyi geldi. Yakın bir dönemde böyle fırsatlar kovalayıp, uzun süreler Türkiye'den çalışabileceğim bir iş modeline geçmek istiyorum.

Oturma izni, dil öğrenme, adapte olma, vatandaşlık alma gibi konular çok zorladı mı?

H1B denilen bir vize ile Microsoft beni Seattle'a getirmişti ve vize ile ilgili bütün sorunları şirketin avukatları çözmüştü. Daha sonrasında Green Card sürecini de yine şirketin avukatları yönetti ve yaklaşık 2 sene içinde kalıcı oturma iznimi almış oldum.

Burada Türkiye vatandaşı olmanın da artıları var. Hindistanlı veya Çinli arkadaşlarım 10 yıldan fazla Green Card sürecini bekliyorlar ve ben, Avrupalı (İtalyan, Fransız) arkadaşlarımdan bile önce iznimi alabilmiştim. Vatandaşlık süreci de Green Card'ı aldıktan yaklaşık 5 sene sonra başlıyor ve basit bir başvuru ve sınav ile alınabiliyor. Genel olarak vakit alan bir süreç ama büyük şirketlerin avukatlarının süreci yönetmesi büyük kolaylık sağlıyor.

En çok hangi konuda daha refahlamış hissediyorsun?

Mikro stresler. Biraz açayım: Türkiye'de her etkileşim stres unsuru. İşten izin alarak bir kamu kurumunda bir işinizi halletmeye çalıştığınız rutin ve olaysız olmasını beklediğimiz bir olaydan bahsedelim. :)

İzin almak için yöneticinize birkaç takla attınız ve dışarı çıktınız, taksi bekliyorsunuz. Taksi gelmiyor. Otobüsle mi gitsem acaba diye düşündünüz ama otobüs saatleri hiçbir zaman tutmadığı için hızlı olsun diye tekrar taksiyi düşünüyorsunuz. Durak numarasını aramak aklınıza geliyor ve Google'a "yakınımdaki taksi durakları" diye arama yapıyorsunuz. Çıkan sonuçlarda telefon numarası eklenmemiş, o yüzden yandaki markete sorayım diye içeri giriyorsunuz. "Abi yakında taksi durağı var mı?" diye sorduğunuz abi yüzünüze bile bakmadan karşıda bir noktayı işaret ediyor.

Karşıda taksi durağının olduğunu fark edip oraya doğru yürüyorsunuz. Taksi durağında bir abi gazete okuyor. Taksiye bineceğinizi söylüyorsunuz, otur 2 dakikaya gelecek diyor. Oturuyorsunuz. 15 dakika sonra taksi geliyor, biniyorsunuz. Taksici, "Sigara içebilir miyim?" diye soruyor. Hayır deyince alacağınız o tripli yüzü bile bile hayır diyorsunuz. Sigarasını içemediği için stresli olan taksici abi onlarca kez yüreğinizi ağzınıza getiren manevralar yapıyor.

Kamu kurumuna varıyorsunuz, randevunuz olduğu için umutlusunuz. Merdivenleri koşar adımlarla çıkıyorsunuz ve orada oturan bir başka abi size randevu numarası veriyor. 151. "Benim randevum vardı ama?". "Herkesin randevusu var abicim, hızlı gelir zaten" deyip sizi geçiştiriyor. İçeri geçip oturuyorsunuz, aklınızda hemen bir sürü soru beliriyor: "Bu 151 ne demek? Kaç dakika beklemem gerekecek? Benim 11'de randevum vardı, saat 11. :( İnşallah öğle arasına kalmam". Saat 11:30 oluyor, önünüzde 1 kişi olduğunu düşünüyorsunuz. Sonunda sıra size geliyor.

Gidiyorsunuz bankoya, mutsuz ve hayatından hiç de memnun olmayan bir hanımefendi size "Sistem bozuldu" diyor. "Ne zaman gelir?" diye soruyorsunuz ve "Öğleden sonra ancak" cevabını alıyorsunuz. "Ama ben işten izin almıştım, bir sürü vaktim boşa gidecek şimdi, tekrar geldiğimde sıraya girmem gerekecek mi?" diye sorma gafletinde bulunuyorsunuz. "Öğle arasında dışarıda sıraya girin, o sıraya göre alınacak" diye bir cevap geliyor.

Sinir ve mutsuzlukla karışık, biraz da stres olmuş bir şekilde işe geri dönüyorsunuz. Allah'tan bu sefer taksiler binanın önünde sıradalar ve marketçiyle uğraşmak zorunda kalmayacaksınız. Saatleriniz boşa gidiyor, yöneticinize işinizi halledemediğinizi, yeniden gitmeniz gerektiğini çekine çekine soyluyorsunuz. "İzin yaz" diyor. Kaş'ta tatil için kullanmayı umduğunuz izinlerinizin bir "sistem" uğruna nasıl yandığını görüyorsunuz. Alışık olduğunuz için çok yabancı gelmiyor bu hisler, "Tamam, teşekkür ederim" deyip çok düşünmeden işinize devam ediyorsunuz. 

Aslında farkında olmadan (zaman geçtikçe alıştığımız) bu tarz mikro stresler ve bu streslere dayalı ileriye yönelik plan yapamama durumu, büyüyüp bizi makro stresler olarak etkiliyor ve yaşlandırıyor. Bu gibi günlük sorunlar benim yaşadığım yerde çok daha minimal seviyede. O yüzden daha gençleşmiş hissediyorum kendimi. 

Türkiye'nin en önemli sorunu sence nedir?

Adalet ve liyakat. Bence bunun sebeplerinin detayına girmeye gerek yok. Şöyle bir teorimden söz edeyim. Her ülkenin ileriye gitmesini sağlayan, o ülkenin top %10 bireyleridir (bu grubu toplumun beşeri sermayesi diye adlandırabiliriz). Top %10 yetişmiş insanlarınız ne kadar iyi olursa, o kadar iyi bir ülke haline gelirsiniz. Amerika kendi halkının buna yetmeyeceğinin farkında olduğu için, bütün dünyadan farklı mesleklerdeki en başarılı kişilere liyakat ve adalet sözü vererek kendi ülkesine davet ediyor ve beşeri sermayesini pekiştiriyor. Bu beşeri sermaye sayesinde yeni fikirler doğuyor, yeni pazarlar açılıyor ve dünyanın ilerlemesi sağlanıyor. Adil ve liyakat sahibi olmayan bir toplum beşeri sermayesini eritir. Beşeri sermayesini eriten bir toplum ise kaybetmeye mahkumdur.

Başka bir ülkede olmana rağmen Türkiye gündemine hâlâ maruz kalıyor musun? Ülkede yaşananları önemsiyor musun?

Twitter'da okuyucu olarak aktifim, o yüzden maruz kalıyorum. Ancak fazlasıyla polarize olmuş bir toplum olduğu için iki tarafın da perspektifini önemsiyorum. O yüzden her iki taraftan da beslendiğim haber kaynaklarım var. Ülkemde olanları tabii ki önemsiyorum ama olaylara siyasi bir bakış açısı ile yaklaşmıyorum. Bireylerin çok önemli şeyler yapabileceğini düşündüğüm için yatırımımı genç bireylere yapıyorum. 

Son olarak, özellikle bahsetmek istediğin bir konu var mı?

Geçen sene aklıma gelen ve bence gerçekleşirse ülkeye çok faydası dokunacağını düşündüğüm bir fikrimden bahsetmek istiyorum (orijinal olmayabilir, hemen gömmeyin). Digital nomad (dijital göçebelik) diye adlandırılan, gezerek uzaktan çalışma (freelance yazılım, tasarım gibi dijital işler) son dönemlerde çok popüler olan bir hayat tarzı.

Birçok eğitimli uluslararası insan, görece ucuz ama aktivite olarak çok zengin bölgelerde yaşamaya başladılar ve bu trend gittikçe yaygınlaşıyor. Tayland (Phuket) bunun en popüler olduğu yerlerden birisi. Bence Türkiye de bu iş için biçilmiş kaftan. Özellikle Antalya, dünya klasmanında aktiviteleri olan (deniz/doğa/tarih) ve digital nomad hayat tarzının yeşertilebileceği harika bir yer.

Turizm Bakanlığı (ve başka bakanlıkların yardımı ile) vizeler ve reklamlarla bunu öncelik haline getirirse, yaratıcı işler yapan birçok uluslararası insanın Antalya'ya geleceğini düşünüyorum. Bunun gibi yaratıcı hub'ların oluşturulmasının, ülkemize ilerleyen senelerde yeni fırsatlar olarak döneceğini düşünüyorum.

Üçüncü konuğumuz ise henüz 2 hafta önce Almanya'ya(Münih) taşınan 27 yaşındaki Berk Çapar. İlk haftaların nasıl hissettirdiğini anlatıyor:

İstanbul’dan taşındım. Bu nedenle şimdiden vereceğim cevapların bu perspektiften olacağı konusunda, tüm düşüncelerimin 2 haftalık bir bakış açısından olacağı konusunda okuyucuları uyarmak isterim. Son 3.5 senedir bir reklam teknolojisi şirketinde çeşitli rollerde, son olarak da product manager olarak çalıştım.

Türkler orada ikinci sınıf vatandaş olarak mı görülüyor? Irkçılık yapılıyor mu, dışlanma var mı? Varsa diğer milletlere de mi yapılıyor, yoksa sadece Türkler'e mi?

Kesinlikle hayır. Münih, Türkler de dahil birçok farklı ülkeden insanların yaşadığı bir metropol. Bu durum şehrin yerel insanlaına da yansımıs ve farklı kültürden gelen insanların şehri her anlamda zenginleştirdiği düşüncesinin oturmasını sağlamış. Ek olarak, şehre ve Almanya’ya uyum sağlamanız için ellerinden gelen her şeyi bütün bir içtenlikle yapmak konusunda oldukça hevesliler.

Türkiye istediğin gibi bir yer olursa geri döner miydin, yoksa hâlâ orada yaşamaya devam eder miydin?

Türkiye her anlamda dünyanın benim için en yaşanılır ülkesine dönüşse bile 3 farklı şehirde 27 yıl yaşadığım bir yer. Farklı kültürleri görmek ve farklı ülkelerde yaşamak, ülkenin durumu kadar taşınma isteğimi şekillendiren bir motivasyondu, o nedenle şu aşamada bir dönme planı yapmıyorum.

Sosyal çevren nasıl? Yine Türklerle mi takılıyorsun, o ülkenin yerlisiyle mi? Yalnızlık hissediyor musun?

Münih'te Türkiye'den tanıdığım sadece 1 arkadaşım var ve onunla daha görüşemedik. :) Şu an için farklı ülkelerden gelmiş iş yerinden insanlarla zaman geçiriyorum. Henüz yeni geldiğim için İstanbul'daki sosyal çevremi bir anda burada oluşturmak tabii ki mümkün değil ve bu gerçekliği de göz önünde bulundurunca yalnızlık şu aşamada söz konusu değil.

Oturma izni, dil öğrenme, adapte olma, vatandaşlık alma gibi konular çok zorladı mı?

Şu an için sadece oturma ve çalışma iznim var. Vize başvurusu ve buraya gelince yapılması gerekenler konusunda çeşitli gereksinimler, evrak işleri var ancak bütün bunlar bana keyifli geldi açıkcası. Uzun zamandır istediğim bir şeydi taşınmak ve daha önce bu işlemleri yapan arkadaşlarımı izlerken küçük de olsa gıpta ederdim. Şimdi sıra bana geldiği için memnunum. :)

En çok hangi konuda daha refahlamış hissediyorsun?

Almanya'da hem gündelik hem de çalışma hayatında çok daha sistemsel bir anlayış hakim. Özellikle İstanbul kaosuyla kıyaslandığında beni en çok rahatlatan bu oldu diyebilirim. Bu denge ve sistemsellik burada yaşayan insanlara da mutluluk ve pozitiflik olarak yansımış.

Türkiye'nin en önemli sorunu sence nedir?

Ekonomi. Ekonominin de yarattığı en önemli sorun daha da içe kapalı bir topluma dönüşüyor olmamız. Bu da gündelik hayata çok fazla yansıyor. Ek olarak da nüfusun şehirlere dengeli bir şekilde dağılmaması ve bu sebeple özellikle İstanbul’da, şehrin kaldırabileceğinden çok daha fazla insan ve kentleşmenin de hayat kalitesini düşürdüğünü söyleyebilirim.

Başka bir ülkede olmana rağmen Türkiye gündemine hâlâ maruz kalıyor musun? Ülkede yaşananları önemsiyor musun?

Türkiye'de yaşarken özellikle YouTube ve Twitter üzerinden gündemi tüm detaylarıyla takip ediyordum. Bunu dünyanın neresinde yaparsanız yapın bir süre sonra sadece negatif haberler çıkmaya başlıyor. Tabii ki ülkede olup bitenleri önemsiyorum ama artık sadece önemli gelişmeleri takip edeceğime dair şimdilik kendime bir söz verdim.

Bu yazı dizimiz devam edecek. Siz de yurt dışına gittiyseniz, içerikteki sorulara verdiğiniz yanıtlardan oluşan metni ve bir adet fotoğrafınızı bize gönderebilirsiniz.

İletişim: info+webteknohaber@webtekno.com