Kadın Cinayetlerine Neden Olan Temel Sorunun Çok Daha Derinlerde Olduğu Ortaya Çıktı: İşte Yüzleşmemiz Gereken Toplumsal Gerçekler!

Kadın cinayetlerinin gitgide artması ülkemizin en acı sorunlarından bir tanesi… Ne acı ki kadın cinayetleri ve şüpheli ölümlerin çok fazla yaşandığı toplumumuzda, bir kadın olarak bu risk altında yaşamak, tüm kadınlarımızın kendi ülkesinde kendilerini güvende hissetmemesine sebep oluyor.

Altınöz vd. tarafından International Journal of Offender Therapy and Comparative Criminology dergisinde yayımlanan, “Femicide: Psychosocial Characteristics of the Perpetrators in Turkey” isimli makaleyle, günümüzde artan kadına şiddet olaylarının ve kadın cinayetleri üzerine çok çarpıcı bir araştırma ortaya koyuldu.

Türkçesi “Kadın Cinayetleri: Türkiye'deki Faillerin Psikososyal Özellikleri” anlamına gelen bu çalışmada, araştırmacılar öncelikle kadına şiddetin kadın cinayetlerinden farklı bir eylem olarak değil, tam tersine kadın cinayetlerinden önce gelen bir eylem olarak görülmesi gerektiğine vurgu yapıyor.

2023 yılında 315 kadın, erkekler tarafından öldürüldü; 248 kadınsa şüpheli şekilde ölü bulundu.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2008 yılından beri her yıl kadın cinayetlerine yönelik verileri yayımlıyor.

Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına yönelik tartışmaların başlamasıyla şüpheli ölümlerde ve kadın cinayetlerinde artış olduğunu belirtiliyor.

Halbuki, her yıl artış gerçekleşen kadın cinayetlerinde net bir azalışın görüldüğü tek yıl İstanbul Sözleşmesi'ne imza atılan 2011 yılıydı…

Araştırmada, kadına şiddetin gelişmekte olan toplumlarda daha çok görüldüğü söyleniyor.

[GIPHY:R3SvhvmRQgrA4K4fUu][/GIPHY]

Öyle ki, bu toplumlarda kadının, iş gücüne dahil olarak kalıplaşmış cinsiyet rollerini yıkmaya çalıştığı vurgusu yer alıyor. Bu sebeple, değişime karşı sert ön yargıları olan bu toplumlarda ne yazık ki kadına şiddet ve kadın cinayetleri daha sık görülmekte.

Çalışmaya göre; gelişmekte olan toplumlarda, gelişmiş toplumlardan farklı olarak hâlâ daha kalıplaşmış cinsiyet rollerinin olması, o toplumu olası bir değişime karşı bağnaz bir hâle getirdiği söylenmekte.

Kadına şiddet her gelir ve eğitim grubunda görülebilmekle birlikte, düşük gelir ve eğitim düzeylerinde daha sık görülüyor.

Yapılan araştırmalara göre, bu şiddete ve sonucunda kadın cinayetine maruz kalan kadınlarda çoğunlukla düşük yaş, düşük gelir ve işsizlik gibi özelliklere sahip olduğu bertilerek bu üç faktör risk faktörleri olarak adlandırılıyor.

Ayrıca kadın cinayetlerinin her sosyoekonomik grupta görülebildiği, düşük sosyoekonomik seviyelerde ise daha yaygın olduğu belirtiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan bir araştırmaysa; sosyal normlar, sosyal sermaye, aile gizliliği ve erkeğe yönelik sosyal algının, kadın cinayetleri üzerinde etkisi olan faktörler olduğunu vurguluyor.

Bu çalışmanın amacı, kadın cinayetinden hüküm giymiş kişilerin kişilik ve davranış özelliklerini tespit etmek.

Yazarlar, daha önce kadın cinayeti işlemiş erkeklerin kişilik özellikleri, çocukluk travmaları ve cinsiyet rollerinine yönelik algılarının bu davranış üzerindeki etkisini tespit etmeye odaklanıyor.

Ayrıca,kadın cinayeti işlemiş erkeklerin bu özelliklerini, daha önce böyle bir eylemde bulunmamış erkeklerle karşılaştırarak aradaki farklılığı tespit etmeyi amaçlamaktadır.

Bu bağlamda, kadının erkeğe kıyasla daha az hakka ve güce sahip olması gerektiğini düşünen ve çocukluk travması olan erkeklerin, kadın cinayeti işlemeye daha meyilli olduğu hipotezini test etmeyi amaçlıyorlar.

Araştırma, Ankara Ceza İnfaz Kurumlarındaki kadın cinayeti işleyen veya teşebbüs eden erkek hükümlüler üzerine yapıldı.

Çalışma, Ankara Ceza İnfaz Kurumlarında 2013 yılında kadın cinayeti işleyen ve çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden 41 erkek hükümlü ve 20 hüküm giymemiş erkek (kadın cinayeti ya da kadına şiddet geçmişi olmayan) üzerinde gerçekleştirildi.

Kullanılan verilerse üç psikiyatrist tarafından yapılan mülakatlarla ve hükümlülerin doldurduğu anketlerle elde edildi.

Araştırma kapsamında ele alınan hükümlülerin ve hüküm giymemiş erkek katılımcıların verileri karşılaştırıldı.

Bulguları incelemeye başlayalım.

Yaş, eğitim düzeyleri aynı olan iki grup arasında (kadın cinayetinden hüküm giymiş erkekler ve kadın cinayeti ve de kadına şiddet geçmişi olmayan erkekler), ruhsal bozukluk, sosyoekonomik durum, meslek, sabıka kaydı gibi faktörler açısından bir farklılık olmadığı sonucuna varıldı.

Yani bu durum, kadın cinayetlerinin bireysel bir eylem olarak değil, toplumla alakalı olan bir olgu olarak değerlendirmenin önemini vurguluyor.

İki grup arasındaki en temel farklılığın, göç geçmişi ve toplamsal cinsiyet rollerine karşı erkek egemen bakışın hâkim olması konusunda görüldüğü belirtiliyor.

Hüküm giymiş suçluların %78’inin göç geçmişi olduğu gözlemlenmiş.

Göçün yalnıza lokasyon değişikliğiyle ilgili değil, toplumsal bir değişiklikle de alakalı olduğu vurgulanıyor.

Bu bilgiler ışığında yazarlar, göç sonrasında kadınların genellikle iş gücüne erkekler kadar aktif katılamadığını belirtiyor. Ayrıca göç esnasında yaşanan sorunların kadınlar ve erkekler tarafından farklı deneyimlendiği, genellikle cinsiyete dayalı bir iş bölümü (kadınların çocuk bakması ve ev işleri yapması gibi) görüldüğü belirtiliyor.

Göç sebebiyle sosyal statü ve mali kayıp yaşayan erkeklerin bu kayıplarını şiddete eğilim göstererek telafi etmeye çalışma eğilimi gösterebildiklerini belirtiyor.

Buradan yola çıkarak araştırmacılar, göçü kadına şiddet konusunda bir risk faktörü olarak yorumlamaktadır.

Sonuçlar erkeklerin, cinsiyet eşitliğini desteklediğini söylese de evde daha baskın olmaya çalıştığını gösteriyor.

Araştırmaya katılan suçluların büyük çoğunluğu, cinayetleri “namusunu korumak” ve “eşi üzerinde hâkimiyet kurmak” amacıyla işlediğini belirtti.

Kadınların mirası hak etme ve aile kararlarına etkin katkıda bulunma konularındaki görüşlerde belirgin farklılıklar gözlenmekte.

Türkiye'deki erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklediklerini iddia etmelerine rağmen, ev içinde baskın olmaya devam ettiklerini ve bu durumun potansiyel olarak aile içi şiddetin yaygınlaşmasına katkıda bulunduğunu belirtiliyor.

Araştırma kapsamındaki suçluların çoğu cinayeti planlı değil dürtüsel bir şekilde gerçekleştirdiğini belirtmiş.

Suçlularla yapılan anketler sonrasında, işledikleri cinayetlere ilişkin detaylar şu şekilde;

  • Suçluların %85,4’ü, işledikleri kadın cinayetlerini planlamadığını, o an dürtüsel bir güdüyle hareket ettiğini ifade etti.
  • Araştırma kapsamında incelenen suçluların %41,5'i daha önce kurbanlarına karşı şiddet uyguladığını belirtti.
  • Suçluların %82,9’luk bir kısmı, cinayet işlenmeden önce bir tartışmanın yaşandığını belirtti.
  • Kadın cinayetlerinin üçte ikisi ateşli silah veya başka aletlerle işlendi.
  • Ayrıca faillerin üçte ikisi ellerinde silah olmasaydı şiddetin sonucunun farklı olacağını ifade etti.
  • Son olarak, suçluların %36,6’sı cinayete sebep olan konunun gelenekler ve namus ile alakalı olduğunu belirtti. Ek olarak, suçluların %51,2’sinin cinayet yaşanmadan önce de şiddet geçmişi olduğu belirtiliyor.

Bu bulgular ışığındaysa yazarların yorumu şu şekilde; “Türkiye gibi ateşli silaha ulaşmanın kolay olduğu ülkelerde silahsızlanma son derece etkili bir kadın cinayetlerini önleme stratejisi olabilir. Sonuçlarımız, faillerin en az yarısının, kadın cinayeti öncesinde herhangi bir fiziksel yaralanmaya yol açmadan partnerine şiddet uyguladığını göstermektedir.”

Araştırma kapsamında incelenen suçluların çok büyük bir yüzdesinin aile içi şiddete maruz kaldığını veya tanık olduğunu ifade ettiği belirtiliyor.

Fakat daha önce hüküm giymemiş ve şiddet geçmişi bulunmayan erkekler incelendiğinde, bu grubun da fiziksel ihmal, fiziksel ve cinsel istismara maruz kaldığını belirtiliyor. Yani şiddet geçmişi olmayan bu erkekler de Türkiye'de şiddet kültürü içinde yaşamış, fakat kadına şiddete eğilim göstermemişlerdir.

Bu bulgulara dayanarak araştırmacılar, çocukluk çağında aile içi şiddete maruz kalmak ya da travmatik olaylar yaşamış olmanın kadın cinayeti faili olma açısından bir risk faktörü olarak değerlendirilemeyeceğini belirtiyor.

Şiddetin toplumsal olarak kabul gören ve normalleşmiş bir olgu olduğu toplumlarda, bu eylemin görülme sıklığının artacağını belirtiyorlar ve sosyal öğrenme teorisine dayanarak, çocukluğunda şiddete tanıklık etmiş bir çocuğun ebeveyninin davranışını taklit ederek öğrenme eğilimi gösterebileceğini söylüyorlar.

Özetle, toplumsal olarak utanç kaynağımız olan kadına şiddet olaylarını sonlandırmak için, önce bireysel adımlar atarak kendimizi iyileştirmemiz ve bu sağlıksız davranışları nesillerce aktarmamak için adımlar atmamız gerektiği yorumunu yapabiliriz.

Her bilimsel araştırmada olduğu gibi bu araştırmanın da bazı kısıtları var.

Örneklem yalnızca ilgili cezaevindeki suçlulardan oluşuyor. Ek olarak, suçluların hâlihazırda cezaevinde olmasının, bu kişilerin gerçek duygu ve düşüncelerini ifade etme konusunda engel teşkil edebileceği belirtiliyor.

Çalışmaya yalnızca erkek failler dahil edildiğinden araştırma yalnızca erkeklerin cinsiyet görüşlerine odaklanıyor. Ek olarak, cinayet sonrasında intihar davranışının da yaygın olarak görülmesi sebebiyle, çalışmaya yalnızca cinayet eyleminden sonra intihar etmeyecek bir psikolojide olan erkekler dahil edilmiş oldu. Bu sebeple yazarlar, bu örneklemin tüm kadın cinayeti faillerini temsil etme konusunda bazı kısıtları olduğunu belirtiyor.

Şimdi araştırma bulgularını özetleyelim.

Toparlayacak olursak, bu çalışma kadın cinayeti faillerine, mağdurlarına ve toplumsal yapıya yönelik birçok faktörü araştırarak bu çağ dışı davranışın altında yatan en belirgin faktörlerin göç geçmişi ve toplumsal cinsiyet rollerine olan bakış açısı olduğunu tespit ediyor.

Bu sebeple, kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin altında yatan en temel sebebin toplumsal özelliklerle ilişkili olduğuna vurgu yapılıyor.

Sonuç olarak, kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin bizim toplumumuzun oldukça temelinde yatan bir problem olduğuna dikkat çekiliyor. Şiddetin hiçbir türlüsünün bir bahanesi olmaması gerekirken, bu davranışın âdeta kemikleşmiş bir biçimde biz ve bizim gibi toplumların içine işlediği bu çalışmayla birlikte bir kez daha gün yüzüne çıkmış oluyor.

Bu sebeple, bu tür davranışlara bahane veya sebep bulmak yerine, sorunu değiştirmek için bireysel olarak kişilerin kendi içlerine dönmesi ve bu davranışı meşrulaştırmak yerine “Ben bu sorunu çözmek için ne yapabilirim?” diyerek gerekli adımı atması, toplumsal olarak utanç kaynağımız olması gereken bu çağ dışı davranışın kökünü kurutmak için atılabilecek ilk adım olarak öne çıkıyor.

Kaynak: Femicide: Psychosocial Characteristics of the Perpetrators in Turkey

Bu içeriklerimize de göz atmak isteyebilirsiniz: