Etkilerini Hissetmeye Başladığımız, Tarihin En Büyük Felaketi ‘Sera Dünyası’ Nedir?

Eğer şu an 20’li yaşlarınıza yakınsanız ya da üzerindeyseniz fark ettiğiniz önemli bir değişiklik var: Hava sıcaklıkları ciddi derece artmış durumda ve mevsimler oldukça dengesizleşti. Küresel ısınma ve iklim değişikliği olarak andığımız bu etkilerin bir sonucu var. Muhtemelen bu torunlarınız bu sonuca katlanmak zorunda kalacak.

Bugünün gençleri ve bizden önceki nesiller, gelecek nesillerin katili olacaklar. Acı ama doğru, hayal etmesi güç fakat gerçek: Dünya ölüyor, insanlar da ölecekler. 

Yıl 2300. Koca koca şehirleri devirecek kasırgalar, artık denizden karaya geldiklerinde güç kaybedecek kadar zayıf değiller.  Şimdilerde televizyonları pek meşgul eden kuraklık ve orman yangınları gibi olaylar artık manşet bile olmayacak kadar sıradanlaştı. Ekvator bölgesi, artık potansiyel bir cehennem gibi. Bu nedenle insanlar kutup bölgelerine kaymaya başladılar. 

Küresel sıcaklık ortalaması 4-5 santigrat derece yükseldi, bu yükseliş zaman içerisinde deniz seviyesini 10 ila 60 metre kadar yükselleti. Yani bugün 10 metreden daha alçakta kurulu olan sahil kentlerinin hepsi sular altında. Artık yeni dünyanın yeni bir adı var: Sera Gezegen. 

Bir kıyamet filmi senaryosu okumuyorsunuz, eğer her şey böyle devam ederse torunlarınızın yaşayacağı dünyayı tarif ediyoruz. 6 Ağustos’ta yayınlanan bir bilimsel makale, Dünya’nın sonunu böyle resmediyor. 

Bilim bize her zaman doğanın kendisini toparlayabileceğini söylemiştir. Evet, gerçekten de öyledir. Şu an insanoğlu yeryüzünden yok olsa, doğa kendisini toparlayamaya başlayacak, ancak o kadar çok darbe yedi ki bunun da bir sınırı var. İnsanlar, Dünya’ya benzetebileceğimiz bir arı kovanına saldıran asker karıncalar gibi onun içini kuruttu, yaşama ümidini elinden aldı. Söz konusu araştırmada bilim insanları, Dünya’yı hala serin tutan doğal şartların bir eşik sıcaklığı olduğundan bahsettiler. Bu eşik bir ortalama sıcaklık limiti. Eğer geçersek Dünya’nın gardı düşecek, her şey çorap söküğü gibi gelmeye başlayacak. Gezegenimiz -belki bugüne kadar içine girdiyseniz bilirsiniz- bir seraya dönüşecek. Hayat veren atmosfer, artık can almaya başlayacak. 

Aslında son 10 yılı aşkındır yapılan sayısız çalışma, 4.7 milyar yıllık Dünya tarihindeki 6. kitlesel yok oluşun başında olduğumuzu göstermişti. Bu yok oluşun, dinozorları yok eden gök taşından ya da buzul çağlarından bir farkı var: İlk kez yeryüzünde yaşayan bir canlı, kendi elleriyle ölümü tetikliyor. 

Son araştırmanın bahsettiği “eşik” kavramına geri dönelim. Şu anda bilim insanları bu eşiğin tam olarak ne olduğunu bilmeseler de çalışmaya devam ediyorlar. Yakın zamanda gerçek felaketlerin ne zaman başlayacağını öngörebileceğiz. Yine de aklınızda tutmanız gereken bir şey var: Eğer Dünya 2 santigrat derece daha ısınırsa geri dönüşümüz çok zor. Bu miktar, bilim adamlarının “eşik” açıklaması için en çok üzerinde durdukları konu.

179 ülkenin imzaladığı Paris Anlaşması’nda, iklim değişikliğiyle mücadele etmek için karbon emisyonlarını azaltmak konusunda söz verildi. Bu anlaşmanın üzerinde 2 yıl geçti. Trump’ın başkanlığındaki yeni ABD, bu anlaşmadan çekileceğini açıklamıştı. Diğer bütün ülkeler -Türkiye dahil- sıcaklık seviyelerindeki artışı 1.5 santigrat derece dolaylarında tutmak için söz verdiler.

Eşik kavramını ortaya koyan bilimsel çalışmanın yazarlarından Stockholm Üniversitesi profesörü Johan Rockström, “2 santigrat derecelik sınıra asla ulaşmamalıyız” diyor. 

İnsanlık, Dünya’nın felaketler döngüsünde kurban mı yoksa katil mi?

Son 1 milyon yılda Dünya’da yaklaşık her 100.000 yılda bir buzul çağı yaşandı. Gezegenimiz, son buzul çağını bundan yaklaşık 12.000 yıl önce geride bıraktı. Bilim insanları şu anda içinde bulunduğumuz döneme Holosen adı veriyor. Dünya’nın bu yaşam döngüsünde yer alan buzul çağlarında bile dengeli olmasını sağlayan doğal sistemler çalışıyor. 

İnsanların iklim ve çevre üzerindeki muazzam etkisinden dolayı, günümüz jeolojik döneminin Antroposen olarak adlandırılması tartışılıyor. Bu kavram insan faaliyetlerinden kaynaklanan doğal döngü aksaklıklarının yaşandığı en ölümcül çağın bilimsel adı olacak. Eğer karbon emisyonları azaltılmazsa Dünya buzul çağı döngüsünden çıkacak, Sera Gezegen olacak. 

Bugün yakılan fosil yakıtlardan çıkan 40 milyar ton karbon dioksitin yarısı, okyanuslardaki bitki örtüsü, ormanlar ve diğer canlılar tarafından yok ediliyor. Salınımı yarı yarı düşürsek iş çözülecekmiş gibi görünüyor, ancak biz insanlar resmen kumar oynuyoruz. Hala ağaçları kesmeye, ormanları yok etmeye devam ediyoruz. Bütün bunlar, halihazırda azaltmadığımız emisyon miktarını yok etmek için görev yapan ormanları da öldürüyor. Denizler plastik atıklarla dolup taşıyor, okyanustaki balinaların midelerinde yüzlerde kilogram çöp çıkıyor. İnsanoğlu, kendi odasında çöp biriktiren, camları açmadan tütün ürünleri tüketen takıntılı bir insana benziyor. O odaya girerseniz, boğulursunuz. 

Dahası da var. Eğer bahsedilen eşiği geçersek, yapıcı olan doğal süreçler tersine dönüp yıkıcı olmaya başlayacak. Bu da ormanların, toprağın ve okyanusların depoladıkları karbonun serbest kalması demek. 

Entropi sürecine roket yakıtı koyup kibriti çakmak:

Doğadaki her şey bozulur ve yok olur. Bu sürece de entropi adı veriliyor. Yaşlanmak ve en nihayetinde ölmek de entropik bir süreç. Tablonun geneline baktığınızda aynı şey doğanın kendisi için de geçerli. Bu zamana kadar yaşanan bütün entropik süreçlerin ardından Dünya yeniden toparlanabildi. Şimdi olan şey, insanların yangın yerine benzin dökmesi gibi. 

Rockström ve ekibini yaptığı çalışma, çeşitli doğal geri bildirimleri güncel şekilde takip etmemizi sağladı. Mesela yağmur ormanlarındaki yağmur döngüsü seyrek bir hal almaya başladı. Hatta Rockström’e göre yağmur ormanlarına dev bir kurutma makinesi tutuyoruz. Bunun sonucu ise beklediğinizden daha yıkıcı: Dev Kasırgalar.

Yaşadığımız coğrafya, kasırgaların ya da tufanların oluşması için elverişli bir bölge değil. Bu açıdan baktığımızda Batı Amerika’dan daha şanslı olabiliriz. İşte bunu düşünürsek bencillik etmiş oluyoruz, çünkü aynı gezegende yaşıyoruz. Kimse yükselen deniz sularından, Güneş’in büyüteç etkisinden kurtulacağımızı garanti edemez.

Evrensel olmayanların milliyetçi olması, tek çözüm şansını bertaraf ediyor: 

Rockström ve ekibi, 2050 yılına kadar bütün karbon emisyonunu durdurmak gerektiğini söylüyorlar. Yani bırakın benzinli arabaları ve termik santralleri, deodorant bile kullanmayacaksınız. Kötü haber: Bu bile yeterli olmayabilir. İşte şimdi işler biraz radikalleşmeye, işin politik ve diplomatik taraflarına girmeye başlıyoruz. 

Dünya tarihinin en büyük sorunlarından birisi, Hitler Almanyası ya da Mussolini İtalyası kadar sert olan milliyetçilik akımları oldu. Son yıllarda artan ırkçılık vakaları, dünyadaki “kör milliyetçiliği” körükledi. Bu durum ülkelerin politikalarına kadar yansıdı. Sırf farklı milletten oldukları için göçmenler eşit oranda kabul edilmemeye başlandı. Şimdi bu durumun yukarıdaki felaket süreciyle ne ilgisi olduğunu düşünüyorsunuz. Hemen söyleyelim: Eğer sistemdeki bir dişli çalışmıyorsa, sistem çöker. İnsanoğlu beraber hareket etmek zorunda kaldığı vakitleri birbirini yiyerek geçiriyor.  

Fakir ülkeler, karbon emisyonlarını düşürmek için yeterli ekonomik güce sahip değiller. Topluca bir çabadan uzak olmak; yok oluş sürecini hızlandırdığı gibi, önlem alma şansını da ortadan kaldırıyor. Bu noktada fazlasıyla radikalleşen ABD’nin Paris Anlaşması’nı terk ettiğini tekrar belirtmek gerekiyor. Dünyanın en güçlü ekonomisi, bütün süreci resmen baltalıyor. Rockström, “İstikrarlı bir gezegenle kendimizi güvence altına almak için dünyanın her bölgesinde de-karbonlaşma süreci başlatılmalı” diyor. 

Yakında bu bilimsel çalışmaların ışığında son derece önemli adımların atılmasını bekliyoruz.