İyi Bir İşe Sahip Olmak İçin İyi Bir Eğitim Almak Şart mı?

67
10
8
7
2
Eğitim. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada büyük bir tartışma konusu. Türkiye’nin de üyeleri arasında bulunduğu Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) raporlarına göre, 25-34 yaş arası üniversite mezunlarının %40’ı ile işverenler arasında anlaşmazlık yaşıyor. Son araştırmalara göre iyi bir eğitim geçmişi ile rahat bir iş hayatı arasındaki makas gittikçe açılıyor.

Eğitim sistemleri, yeryüzündeki hızlı değişimin gerisinde kalmaya başladı. Bireysel çabayı körelten, insanların içindeki potansiyeli ortaya koyamadıkları günümüz dünyasında gelecek kaygısı giderek artıyor.

The Economist’in yaptığı araştırmaya göre, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne 30 üye ülkelerdeki 25-34 yaş arası üniversite mezunlarının %40’ı iş verenleriyle uzlaşma konusunda sıkıntılar yaşıyor. Üye ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.

Türkiye, aynı zamanda OECD ülkeleri arasında, işsizlik oranı en yüksek 4. ülke konumunda. The Economist’in açıklamalarına göre işsizliğin fazla olduğu ülkelerde iyi bir eğitim almakla iyi iş sahibi olmanın arasındaki makas giderek açılıyor. 

Üniversite kurumlarının eğitim nitelikleri ve kaliteleri birbirlerine yakın oldukça, mezunlarının profilleri de birbirlerine yakın olmaya başladı. İnternet sayesinde kırsal bir bölgede okuyan mühendislik öğrencisi, kendisini ODTÜ ya da Boğaziçi’nde okuyan öğrenciden daha çok geliştirebiliyor. Nitekim bu bireyler son derece nadir olduklarından, araştırmalara dahil edilmesi imkansız.

Akademik başarı ≠ iş başarısı:

Bazı işverenler ise yapılacak işler için gereken nitelikleri fazlasıyla abartıyorlar. Kaliteli bir yüksek eğitim sahibi olmak, yüksek ücretli bir iş bulma şansını arttırsa da burada devreye işverenlerin talepleri geliyor. Üniversite mezunu arttıkça havuzda biriken başvuruların da sayısı artıyor. İşverenler en iyiyi kendi bünyelerine katmak istedikleri için talep ettikleri özellikleri arttırıyorlar. Bu da üniversite okuyamayan, kırsalda üniversite okuyan çoğunluk grubu geri plana itiyor. Eğer gençler kendilerini nerede olursa olsun geliştirseler bile bunu işverenlere kanıtlamakta güçlük çekiyorlar. 

Columbia Üniversitesi iş psikolojisi profesörü Tomas C. Premuzic, konuya ilişkin HBR’da yazdığı bir makalede, akademik başarı notları işe iş dünyasındaki başarı tanımının aynı paydada buluşmadığından bahsediliyor. İşverenlerin doğal olarak pratik düşünme, sürekli olarak öğrenmeye açık olma gibi davranışlara sahip insanları, akademik başarısı yüksek kişilere kıyasla daha çok tercih ettiklerinden söz ediyor.

Üniversite mezunu olmanın, kişilerin sosyal sınıflardaki itibarını arttıracağına yönelik bir algı da mevcut. Bu algı, kişilere iyi bir eğitimin iyi bir itibar getirdiği için iyi bir iş de getireceği yönünde bir bilince sahip olmalarına neden oluyor. 

Sosyal sınıflara, eğitime ve maddi zenginliğin toplum içindeki konuma olan etkisine de değinmek gerekiyor. Bir yeşilçam klasiği olacak, ancak çoğu toplumda gayri resmi maddi zenginlik sınırları bulunuyor. Zengin bir kişinin diğer zengin bir insanla evlenme ihtimali yüksek. Aynı şekilde o zengin çiftin pahalı ve kaliteli bir eğitim veren kolejde eğitim hayatını tamamlaması da yüksek bir ihtimal. Bu da eğitim kalitesiyle iş hayatını doğru orantıyla ele alırsak, aynı zenginliğin devam etmesi anlamına geliyor. Madalyonun diğer tarafında ise başarılı olmasına rağmen maddi özgürlüğünü elde edemeyen kişiler yer alıyor.

Eğer iyi eğitim ve iyi bir iş arasında bağlantı olsaydı, bu düzeni bozup başarıya ulaşaninsanlar görmememiz gerekirdi. Toplumsal olarak hafızalara yerleşmiş iyi eğitim-iyi iş ilişkisi, çoğu zaman işlemiyor ki bu örneklerin sayısı, son yıllarda giderek artıyor. Kısaca, iyi bir eğitimin karşılığında iyi bir iş bulma garantisi yok. Hatta iyi eğitim görmüş kişilerin beklentileri yüksek olduğundan, iş dünyasına girince deneyim eksikliği çekip daha çok sorun yaşadıkları da konuşuluyor. 

İşverenlerin isteği duygusal zeka, üniversitede ise ağırlıklı olarak bilgi veriliyor:

Çoğu insan üniversitedeki derslerde sadece ham bilgi alıyor. Bu bilgileri pratik ortamda denemek için çabalayan, okukl okurken çalışma hayatı yürütüp iş öğrenenlerin sayısı ise çok çok az düzeyde. En nihayetinde okul bitince, dışarıdaki kurtlar vadisinde mücadele etmek zor oluyor. 

İşverenler, adayların duygusal zeka yeteneklerine önem veriyorlar. Zira teknolojik gelişimlerden ötürü makinelerin yapabildiği standart işler için nitelikli personele ihtiyaç yok. Artık üst düzey işlerin niteliği son derece insancıl duygulara bağlı. Sezgileri kuvvetli olan kişiler, her zaman teorik olarak bilgisi yüksek olanların önüne geçebilecek düzeye geldi. Hele hele iki etmen bir araya geldiği zaman, bir de o kişi üniversite hayatında bol bol pratik yaptıysa sonuç muhteşem oluyor.

Pek çok insan resmi olarak eğitim almadığı alanlarda yöneticilik sıfatına sahip olabiliyor. Bu kişiler, genellikle rakiplerinden daha çok fedakarlık yapabilen, özveri kabiliyeti yüksek kişiler oluyor. Ayrıca okullarda öğrencilere nasıl yönetici olunabileceği öğretilemiyor, bunun için kişinin tecrübeler yaşaması gerekiyor. 

Sonuç: Eğitim kurumlarında değişim yaşanmak zorunda

Harvard Business Review’da yayınlanan bir makaleye göre, eğitim kurumları büyük bir değişimin eşiğinde. Zira eğer eğitim programlarını revize edip sektöre uygun hale getirmezlerse, sektörel ihtiyaçları karşılamakta zorluk çekecekler. 

Öğrencilerin eğitimleri için harcadıkları para ve zamanın karşılığı alamamaları da ayrı bir memnuniyetsizlik sebebi. İşte burada da yine sorumluluk sahibi olan eğitim kurumlarının ta kendisi. 

Bakalım önümüzdeki yıllarda eğitim standartları ne yönde değişim gösterecek? Üniversite modeli için uzaktan teorik ders ve okulda pratik uygulama modellerinin tartışılmaya başlandığını söyleyelim. Umarız, her şey daha nitelikli çalışan ve işverenlerin bulunduğu, eğitim kurumlarının sektörle daha da iç içe olduğu bir ortama doğru değişim yaşanır. 

Eğitim e iş dünyası hakkındaki görüşlerinizi yorumlar kısmında belirtebilirsiniz.

67
10
8
7
2
Emoji İle Tepki Ver
67
10
8
7
2