Dünyaca Ünlü Şairler ve Hafızalardan Silinmeyen En Ünlü Şiirleri

12
5
2
1
1
Şiir sever misiniz? Eğer daha önce şiirle ilgilenmediyseniz bu edebiyat türüne biraz uzak olabilirsiniz ama insanın yüreğine dokunan satırlardan birkaçını mutlaka duymuşsunuzdur. Çünkü bu satırlar yazıldığı dilde değil, dünyada hissedilen duygulardır. Gelin dünyaca ünlü şairlerin şiirlerine yakından bakalım.

Bir yazar, hissettiği bir duyguyu ya da yaşadığı bir olayı bazen ciltler dolusu kitaplarla anlatabilir. Ancak şairler böyle yapmaz. Şairler, bazen tek cümle yazarlar ve okuyucunun kalbinin tam ortasından vurabilirler. İşte dünyaca ünlü şairleri herkesin bilmesinin nedeni budur. Hangi dilde yazıyor olurlarsa olsunlar şiirlerini okuyan kişilere anlattıkları duyguları en net ve en vurucu cümlelerle anlatmayı başarırlar.

Türkçemizin zenginliği ve kültürümüzün duygusallığa yatkın yapısı nedeniyle Türk şiiri pek çok kişi için tartışmasız en başarılı eserlerden oluşmaktadır. Ancak bu yazımızda sınırlarımızın dışına çıkarak biraz dünya edebiyatına göz gezdiriyoruz. Yapıtlarıyla adını tüm coğrafyalarda duyurmuş şairlere ve şiirlerine bakıyoruz. Gelin dünyaca ünlü şairlerin şiirlerine yakından bakalım.

  • Şiirler; yayınevlerine, baskı yılına ve çevirmene göre değişiklik gösterebilir. 

Dünyaca ünlü şairlerin yüreğinize dokunacak şiirleri:

  • Edgar Allen Poe / Kuzgun 
  • William Shakespeare / 18. Sone
  • Emily Dickinson / Umut, O Tüylü Şey
  • Pablo Neruda / Matilde İçin Sone
  • Walt Whitman / Bir Kadın Bekliyor Beni
  • Oscar Wilde / Her İnsan Öldürür Sevdiğini
  • William Blake / Kaplan! Kaplan!
  • Sylvia Plath / Babacım
  • Li Bai / Bir Kadeh Şarap
  • Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî / Demedim Mi?

Edgar Allen Poe / Kuzgun 

Edgar Allen Poe

Bir vakitler bir gece yarısı sıkkın, kafa yoruyorken, yorgun argın,
Unutulmuş eski ilimlerin garip ve acayip kitap ciltleri üzerine ben-
Kestiriyordum, tam dalacağım esnada, ani bir tıkırtı geldi öteden,
Odamın kapısını kibarca birisi vuruyor, vuruyordu sanki tak tak.
'Bu', diye söylendim, 'odamın kapısını tıklatılıp duran bir konuk,
Sadece bu, başka bir şey yok.'
 
Anımsıyorum ah çok kesin, bir Aralık ayındaydık, rüzgârlı, hazin,
Ölen her bir köz parçası dövüp işliyordu yer döşemesine ruhunu.
Sabahı diledim arzuyla; Ben boşu boşuna ödünç bir avuntuyu
Arıyordum acı dindirici kitaplarımda, acısı için Lenore' un, o yitik,
O meleklerin Lenore dedikleri kızın, o eşsizin, ışıyanın ışık ışık,
O burada adı anılmayanın artık.
 
Ve titretiyor, erguvani perdelerin ipeksi, kederli, belirsiz hışırtısı
Öylesine dolduruyordu ki içimi hiç duyulmamış tuhaf korkularla
Nihayet kalp çarpıntımı bastırmak için tekrarladım kalkıp ayağa
'Bu, odamın kapısında içeri geçmeye yalvaran biri, bir konuk
Bu, oda kapımdan gireyim diye yalvaran geç kalmış bir konuk
Budur ancak, başka bir şey yok.'
 
Çok geçmeden topladım cesaretimi, uzatmadan tereddütümü
'Bayım ya da Madam, içtenliğimle bağışlamanızı ediyorum rica,
Şöyle bir şey oldu fakat, uyukluyordum ben, sizse öyle kibarca
Gelip çaldınız oda kapımı, öyle belli belirsiz tıklattınız ki tık tık,
Tam emin değilim sizi işittiğimden.'- dediğimde açtım kapıyı
ardına dek: -
Bir şey yoktu, karanlık vardı dışarıda bir tek.
 
O karanlığın derinliğine dikkatle bakarak, orda durdum, merak,
Korku, kuşku duyarak, daha önce hiç bir faninin cüret edemediği düşler kurarak uzun süre.
Bozulmadı sessizlik lakin, karanlık vermedi bana bir emare,
Ve fısıldaşılan 'Lenore! ' sözcüğüydü, orada tek söylenen sözcük,
Fısıldadığım 'Lenore! ', bir yankıyla mırıltılı geri dönen sözcük,
Başka bir şey değil buydu ancak.
 
Odama geri döndüğümde ben, ruhum tutuşmuştu tamamen,
Çok geçmeden öncekinden daha yüksek bir tıkırtı işittim tekrar.
'Eminim', dedim, 'pencere kafesinde eminim hayret bir şey var;
O halde, şu esrarı araştırmam, neymiş orada ki görmem gerek-
Bir araştırayım şu esrarı, kalbim bir anlık sakin olman gerek:-
Rüzgâr bu daha başkası yok.'
 
Panjuru hızla açınca, girdi o an, oradan içeriye çırpına uça,
Çok eskideki kutsal günlerden gelme haşmetli bir Kuzgun;
Göstermeksizin en ufak bir saygı, birazcık dur durak olsun,
Lord veya leydi edasıyla tünedi oda kapımın üstüne konarak-
Tünedi oda kapımın tam üstündeki Pallas büstüne konarak-
Tünedi, oturdu, hepsi bu dahası yok.
 
Takındığı ifadenin haşin ve ciddi adabı bu abanoz kuşun,
Kederli hayallerimi gülümsemeye çevirdi sonra hemen,
'Korkak değilsin sen' dedim, 'kırpık, tıraşlı tepeliğine rağmen
Söyle bana, senin lorda yaraşır ismin nedir Gece'nin Plutonik
Kıyısında, Gece'nin kıyısından gelen, korkunç, amansız ve antik
Kuzgun! ' Dedi ki, 'Asla Olmayacak.'
 
Açıkça duymaktan böyle düzgün konuşmasını bu çirkin kuşun
Hayrete düştüm, anlamı, alakası zayıf olsa da cevabının;
Kabul edelim ki henüz ihsan edilmemiştir odasında kapının
Üzerinde bir kuş görmek yaşayan bir insana şimdiye dek-
Oda kapısı üstündeki yontu büstte, adı Asla Olmayacak
Gibisinden bir kuş ya da hayvan görmek.
 
Fakat o yumuşak büstün üstünde bir başına oturdu, söyledi sade
O bir tek sözcüğü, sanki o bir tek sözcükle dökercesine içini.
Daha ne bir tüyünü oynattı Kuzgun, ne de bir şey söyledi yeni,
Ta ki ben 'Diğer dostlar önceden uçtular' diye mırıldanana dek,
' Uçup giden umutlarım gibi önceden, o beni yarın edecek terk.'
O zaman kuş dedi ki 'Asla olmayacak.'
 
Yerinde verilmiş bu cevapla bozulmuş dinginlikte irkilmiş,
'Kuşkusuz' dedim, 'sarf ettiği laflar peşindeki merhametsiz yıkım
Tarafından izi sürülmüş mutsuz bir üstattan kaptığı tek birikim,
Öyle ki, izi şarkıları tek nakarat olana dek sürülmüş gittikçe çabuk
İzi umutlarına ağıt olana dek sürülmüş o bir tek melankolik
Nakarat, 'Asla', diyen 'asla olmayacak.' '
 
Fakat hala sevk ediyordu üzgün ruhumu gülümsemeye kuzgun,
Bir iskemleyi dosdoğru kuşun büstün ve kapının önüne çektim;
Sonra kadife mindere çöktüm, kendimi düşü düşe eklemeye bıraktım
Bu uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne olduğunu düşünerek,
Ve bu katı kaba korkunç kuru geçmiş zaman kuşunun ne demek
İstediğini, 'Asla olmayacak' diye gaklayarak.
 
Bunu sezinlemeye çalışarak oturdum, tek hece söylemeden durdum
Ateş gibi gözleri şimdi göğsümün içinde yanmakta olan kuşa,
Bunu ve dahasını düşünerek oturdum, başım dayalı rahatça,
Seyrettiği kadifeye, lamba ışığının şeytanca zevklenerek,
Lamba ışığının zevkle seyrettiği mor kadifeye yaslanamayacak
Fakat o, ah bu asla olmayacak.
 
Derken, sanki hava ağırlaştı çöktü, görünmez bir buhurdandan esanslar koktu
Sallanan, adımları tüy kaplı zeminde çıngırdayan Meleklerce sola sağa.
'Zavallı' dedim kendime, 'Tanrın sana ödünç verdi, gönderdi bu Seraphimlerle sana,
Soluklan, rahatlan ve Lenore'un anılarının acısından arın artık,
İç, kana kana iç, bu acılardan arındırıcı iksiri ve unut o yitik
Lenore'u. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'.
 
'Kötücül şey! ' dedim, 'Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin!
Yoldan Çıkarıcı göndermişse de, fırtına fırlatılmışsa da seni bu yakaya,
Yapayalnız ama yine de gözü pek, büyülenmiş bu çöllük ülkeye,
Dehşet uğrağı bu evin üstüne, var mı, yalvarırım, söyle bana neyse gerçek,
Şifalı bitkisel bir merhem Gilead'da, yalvarırım, söyle bana apaçık.
Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'.
 
'Kötücül şey! ' dedim, 'Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin!
Üstümüzde uzanan cennetin, ikimizin de tapındığı tanrının adına
Söyle, bu gamlı ruh uzak Aden'de sarılabilecek mi o genç kadına
Meleklerin Lenore dedikleri o azizeyi sarabilecek mi kucaklayarak,
Meleklerin Lenore diye çağırdıkları o ışıyan, o eşi benzeri yok
Kadını. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'.
 
'Kuş ya da iblis! ' diye haykırdım, 'Ayrılığımızın işareti olsun o söz,
Katıl ona, o fırtına ile Gece'nin Plutonik kıyısına geri dön,
Git söylediğin yalanın izi gibi kara bir tüy bile bırakmadan,
Yalnızlığımı bozmadan git! Kapımın üstündeki büstten kalk!
Gaganı kalbimden çıkart, suretini kapımdan çek! '
Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'.
 
Ve Kuzgun uçmadan hiç bir yana, hala oturuyor, oturuyor hala,
Oda kapımın hemen üstündeki solgun büstünde Pallas'ın;
Ve gözleri tamı tamına benziyor gözlerine düş kuran bir iblisin,
Ve lamba ışığı zemine vuruyor gölgesini onun üzerinden akarak,
Ve ruhum zeminde dalgalanarak uzanan bu gölgesinden onun
Hiç sıyrılamayacak, asla olmayacak.

William Shakespeare / 18. Sone

William Shakespeare

Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
    İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
    Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.

Emily Dickinson / Umut, O Tüylü Şey

Emily Dickinson

“Umut” o tüylü şey –
Ruha konan –
Ve öter sözsüz bir melodiyi –
Ve asla kesmez – hem de asla –
 
Ve en tatlısı – Fırtınada – duyulur
Çoklarının içini ısıtan –
Bu küçük Kuş’ un gururunu inciten
O fırtına oldukça şiddetli olmalıdır –
 
Onu en soğuk ülkede duydum-
Ve en yabancı denizde –
Fakat – asla – Istırap içinde bile,
Bir tek kırıntı istemedi – benden.

Pablo Neruda / Matilde İçin Sone

Pablo Neruda

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın
ateş de pay alır kendine soğuktan.
 
Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.
 
Sanki ellerimdeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.
 
Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.

Walt Whitman / Bir Kadın Bekliyor Beni

Walt Whitman

Bir kadın bekliyor beni, her şey bulunuyor onda, hiçbir eksiği yok
eğer seks yoksa ya da ıslaklığı yoksa doğru erkeğin hala eksiktir her şey.
Seks dahil her şeye
bedenlere, canlara, anlamlara, kanıtlara, saflığa, inceliklere, sonuçlara,
çığlıklara
şarkılara, emirlere, sağlığa, gurura, analığın gizine, doğuştan gelen süte
Bütün umutlara, iyiliklere, bağışlanmışlara
bütün arzulara, aşklara, güzelliklere ve dünyanın tatlarına
bütün devletlere, yargıçlara, tanrılara, dünyayı anlamış insanlara
onun parçasıymış gerekçesiymiş gibi dahildir seks
 
Tanıdığım her erkek utanmaksızın bildiğini itiraf eder cinsiyetinin tadını
ve her kadın bilir ve itiraf eder kendininkini
 
Şimdi duygusuz kadınlardan uzaklaştırıyorum kendimi
kalmaya gidiyorum beni bekleyen kadına,
doyduğum sıcakkanlı kadınlara
görüyorum beni anladıklarını ve reddetmediklerini
değer verdiklerini bana-güçlü bir koca olabilirim onlara
 
Benden eksik yanları yok
Güneşle ve esen rüzgarla bronzlaşmış yüzleri
Kutsal, yumuşak ve güçlü vücutları
biliyorlar nasıl yüzeceklerini, kürek çekmeyi
ata binmeyi, güreşmeyi, ateş etmeyi
Nasıl koşacaklarını, öldüreceklerini, çekilmeyi,
yol almayı, direnmeyi, savunmayı
mükemmel hepsi sakin ve berrak sahipler dişiliklerine
 
Sıkıca çekiyorum sizi kendime ey kadınlar
izin veremem gitmenize, yeterliyim ben size
Ben sizler içinim sizler de benim ve
yalnızca benim iyiliğim için değil bu
başkalarının iyiliği için de
Uykularınızı daha yüce kahramanlar, şairler kaplamış
ve izin vermiyorlar kimsenin dokunmasına
ama yalnızca ben dokunabilirim size
 
Bu benim ey kadınlar- kendi yolumu çizdim
Acımasızım ben, sert, geniş ve inatçıyım
-ama sevdiğim için
artık gerekenden fazla incitmeyeceğim sizi
Akıyorum size, sıkarak kaba gücümle sıhhatli
kız ve erkek çocuklar getirmek için bu ülkeye
Hiç bir yakarışı dinlemeden, kendimi güçlendiriyorum yeterince
ve biriktirdiğimi size geri vermeden
kararlıyım geri çekilmemeye
 
Gizli ırmağına akarım senin
içine ilerleyen binlerce yılı sarıyorum
sahip olduğum en önemli şeyimi
ve Amerika'yı aşılıyorum sana
Sana akan damlalarımdan vahşi ve atletik kızlar
yeni sanatçılar, müzisyenler ve şarkıcılar yetişecek
senden döllediğim bebekler sırası geldiğinde bebekler dölleyecekler
Ben mükemmel erkekler isteyeceğim aşkımın tohumlarından
Çiftleşmelerini bekleyeceğim başkalarıyla
benim seninle çiftleştiğim gibi şimdi
Fışkıran yağmurlarımın meyvelerini sayacağım
sana geldiğimde yağmurların meyvelerini saydığım gibi şimdi
doğumda, yaşamda ölümde ve ölümsüzlükte arayacağım aşkın ürünlerini
öylesine severek yetiştiriyorum ki onları şimdi.

Oscar Wilde / Her İnsan Öldürür Sevdiğini

Oscar Wilde

Her insan öldürür gene de sevdiğini
Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
Kiminin ters bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücüğünden,
Cesurun kılıcından!
 
Kimisi aşkını gençlikte öldürür,
Yaşını başını almışken kimi;
Biri Şehvet'in elleriyle boğazlar,
Birinin altındır elleri,
Yumuşak kalpli bıçak kullanır
Çünkü ceset soğur hemen.
 
Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müşteridir, diğeri satıcı;
Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir işi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
Çünkü her insan öldürür sevdiğini,
Gene de ölmez insan.

William Blake / Kaplan! Kaplan!

William Blake

Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabildi o korkunç simetrini?
 
Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
O hangi kanatla yükselebilir?
Hangi el ateşi kavrayabilir?
 
Ve hangi omuz ve hangi beceri
Kalbinin kaslarını bükebildi?
Ve kalbin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el? ayaklar ya da
 
Neydi çekiç? ya zincir neydi?
Beynin nasıl bir fırın içindeydi?
Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
Ölümcül korkularını alabilir avcuna?
 
Yıldızlar mızraklarını aşağıya atınca,
Göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
Güldü mü o, görünce eserini?
Kuzu'yu yaratan mı yarattı seni?
 
Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabilir o korkunç simetrini?

Sylvia Plath / Babacım

Sylvia Plath

Yapma, yapma, artık yapma
Bunu bana, ayakkabı kara.
İçinde yaşadığım bir ayak olarak
Otuz yıl boyunca, zavallı bir beyazlık,
Güçlükle nefes almaya cesaret ettiğim veya hapşırmaya.
Babacım, seni öldürmek zorundaydım.
Ben bir fırsat bulamadan önce sen öldün –
Misketle doldurulmuş gibi ağır bir çanta dolusu Tanrı,
Ürkütücü heykel, ayak baş parmağı
Bir San Francisco fok balığı kadar kocaman.
Ve acayip Atlantikte bir kafa
Fasulye yeşilinin mavinin üstüne yağdığı yerde
Güzel Nusret'ten uzak sularda.
Seni iyileştirmek için dua ederdim.
Ach, du.
Alman dilinde; Polonya kasabasında
Silindirin altında ezilip dümdüz edilmiş
Savaşlarla, savaşlarla, savaşlarla.
Ama kasabanın adı çok sıradan dedi
Polonyalı arkadaşım
En az bir iki düzine kadar vardır aynısından.
Demek ki hiç bilemeyeceğim
Nereye koyduğunu ayağını, kökünü saldığını,
Seninle hiç konuşamadım.
Çene kemiğime sıkıştı kaldı dilim
 
Sesim bir kablonun içinde kısıldı.
Ich, ich, ich, ich.
Zorlukla konuşabiliyordum.
Her Almanı sen sandım.
Ve bu lisan kırıcı
Bir makina, sanki bir makina
Bacasından atıyor beni bir Yahudi gibi
Dachau, Auschwitz, Belsen'e bir Yahudi gider.
Yahudi gibi konuşmaya başladım.
Belki de bir Yahudi'yim ben.
Tirol'ün kar'ı, Viyana'nın açık renkli birası
Ne çok saf ne de gerçek.
Çingene kadın anam ve tuhaf şansımla
Ve Tarot kutumla, ve Tarot kutumla.
Gerçekten belki de Yahudi'yim ben.
Ben Sen'den hep biraz korktum,
Senin Nazi Hava Kuvvetleri'nden, agularından,
Ve jilet gibi bıyığından
Ve ari gözlerinden, parlak mavi.
Panzer-adam, Panzer-adam, Ey Sen –
Allah'la boy ölçüşen bir gamalı haç
Öylesine karasın, gökyüzünden hiçbir çığlık sızmaz içeri.
Her kadın bir faşiste tapar,
Suratta çizme, senin gibi bir
Acımasızın, acımayan acımayan kalbi.
Kara tahtanın önünde duruyorsun, babacım, öylece
Bendeki resminde,
Ayağın yerinde çenede bir çatlak ince
Ama bunun için daha mı az şeytan? Değil, hayır değil
Kırmızı temiz kalbimi ikiye bölen
Kara adam daha beyaz hiç değil
Seni gömdüklerinde on yaşındaydım.
Yirmisinde ölmeye çalıştım
Dönmek için geriye, geriye, geriye sana
Kemikler bile idare eder sandım.
 
Ama beni çıkardılar çuvaldan,
Ve parçalarımı zamkladılar birbirine tek tek.
O zaman anladım ne yapmam gerektiğıni.
Senin bir maketini yaptım.
Meinkampf bakışlı, kara giysiler içinde
Bir adam raflara ve vidalara aşık.
Ve evet dedim, kabul ediyorum.
İşte babacım, sonunda ben bittim.
Kara telefonun hattı kökünden kesildi,
Sesler kablolardan kıvrılarak geçemez artık.
Bir adam öldürseydim, iki adam öldürmüş olacaktım –
Kendisini sen olarak tanıtan
Ve bir yol boyunca kanımı içen vampir,
Yedi yıl boyunca, doğrusunu istersen.
Babacım, artık sırtüstü yatabilirsin.
Şişko kara kalbine bit tahta parçası saplı olarak
Köylüler zaten seni hiç sevmemişlerdi.
Mezarına topuk vuruyorlar, üstünde dans ediyorlar şimdi.
Hep biliyorlardı zaten senin sebep olduğunu bütün kötülüklere.
Babacım, babacım, adi herif, bitirdin beni.

Li Bai / Bir Kadeh Şarap

Li Bai

Çiçek açan ağaçların altında,bir kadeh şarap
Hiç dostum yok, öylece yalnız içiyorum
Kadehimi parlak ayın şerefine kaldırıyorum
Ay, benim gölgem, bir de ben, üç kişiyiz
O güzel Ay,ne yazık ki, şarap içkicisi değil
Gölgem nereye gitsem koşturup duruyor
Fakat, ay hala dostum, gölgem ise kölem
Bahar harcanıp geçmeden evlenmeliyim
Ona söylediğim şarkılara ay da katılıyor
Dans ederken gölgeler kıvrılıyor,bükülüyor
Ayıkken üçümüzde bayağı çok eğlendik
Şimdi sarhoşuz, herkes kendi yoluna
Ölümsüz dostluğumuzu ebedi paylaşacağız
Sonunda göğün bulutlu nehrinde buluşacağız.
12
5
2
1
1
Emoji İle Tepki Ver
12
5
2
1
1