Bölüm Bölüm Black Mirror 3. Sezon Değerlendirmesi

8
2
1
0
0
Her bölüme gözatarak Black Mirror dizisinin 3. sezonunu ele alıyoruz. Dikkat: ağır spoiler içerir!

Teknoloji gerçekten hayatımızı kolaylaştıran, aklınıza gelebilecek her konuda işimize yarayabilecek bir şey. Hele ki internet dediğimiz olayı da düşünecek olursak günlük yaşantıdan sağlığa, ordudan güvenliğe, kısacası gerçekten tüm hayatımıza işlemiş bir dünyada, teknoloji çağında yaşıyoruz.

Evet, sağlık alanında, eğitim alanında olmak üzere binlerce konuda ihtiyacımızı fazlasıyla yerine getiren bu teknolojiyi muhteşem bir distopya ile işleyen dizi Black Mirror, uzun bir aradan sonra 3. sezonu ile geri döndü. 6 bölümden oluşan bu sezon, bize “teknolojinin arkada bahçesi” ya da “teknolojinin diğer yüzü”nü açık bir şekilde gösteriyor. Her bir bölümünü izlerken “Abi çok abartı olmuş ya” dediğimi hatırlamıyorum. Son 20 yılda gelişen teknolojiyi düşünürsek, bu dizinin ele aldığı her bir konu da gerçekleşmesi olağan, hatta şahsen ihtimali yüksek diye bile düşünüyorum. Yani, üzerinden geçen bilmem kaç yıl sonra nasıl “Back to the Future” filmi gerçek oluyorsa günümüzden bilmem kaç yıl sonra “Black Mirror gerçek oldu” gibi durumlar ortaya çıkabilir.

Peki, bölüm bölüm ele alacak olursak, Black Mirror bizleri hangi konularda korkutuyor? Teknolojinin hangi yanlarını bizlere gösteriyor? İşte bu işe ilk olarak dizinin tanıtım görselinden başlamak istiyorum. Fakat, geçmeden önce uyarımı yapayım; şu andan itibaren okuyacaklarınız Black Mirror 3. sezondaki her bölüm başta olmak üzere eski bölümlerden de ağır spoiler içerebilir. Eğer diziyi izlemediyseniz bu yazıyı okuduktan sonra dizi size hiçbir keyif vermeyecektir. Bu sebeple sadece 3. sezonu bitirmiş arkadaşların yazıya devam etmesini tavsiye ediyorum.

Black Mirror 3. Sezon

İlk olarak detaylara geçmeden önce bu görseli ele alalım. Black Mirror, yani Kara Ayna dizisinin hep kullandığı ve adında da geçen bir ayna. Ortasından yumruk yemiş gibi kırılmış, ama gülümseyen bir yüz var. Buraya kadar bir şey yok gibi. ancak yukarıda yazılan “Future is Bright” yani karşılığı “Gelecek Parlaktır” gibi bir yazı var. İnanılmaz ince bir gönderme ile bize ustası olduğu hiciv sanatını daha baştan yapıyor.

Evet, teknoloji sayesinde parlak bir geleceğimiz olacak gibi. Hatta bunu şu anda yaşlı dediğimiz insanlar “Bizim zamanımızda hiçbir şey yoktu, siz şanslısınız” diyerek bahsederler ya, gerçekten şanslı mıyız peki? Görünüşe göre evet. Ama Black Mirror’a göre gelecek hiç de parlak olmayacak.

Haydi, gelin bir de bölümleri hatırlayalım;

Bölüm 1: Nosedive - Dibe Vuruş

Bölüm adının tam karşılığı aslında “pike yapmak”. Yani uçakların bir anda dalış pozisyonunda yere çakılacak gibi inmesi. Bu bölüm de tam olarak buydu. Zaten ilk dakikalardan anlıyorsunuz. Instagram’ı temel alan, ama aslında tüm sosyal medya manyaklığına net ve sağlam bir biçimde eleştiriler yapan bir bölüm ile karşılaştık.

Bana kalırsa bu bölüm geleceğe değil, net bir biçimde günümüze bir uyarı. Hali hazırda bu bölüme benzer bir yaşantımız yok mu sizce de? Özellikle yeni arkadaş çevremizi Instagram’daki, Facebook’taki, Twitter’daki paylaşımlarımız etkilemiyor mu? Ya da o meşhur dediğimiz fenomenler (4.5 üzeri yıldızlılar), yani günümüzün ünlülerinin takip listesinde ya da arkadaş çevresinde olmak için sizin de fenomen olmanız gerekmiyor mu? Bir mekana gittiklerinde ücretsiz yeme içme gibi durumlar “Oooo fenomen mekana geldi” gibi durumlardan olmuyor mu? Özellikle Tren gibi “sosyal mekanlar” bu fenomen arkadaşlarımıza önem vermiyor mu?

Peki, Lacie ile Naomi ilişkisine bakalım. Çocukluk arkadaşları olan bu ikilinin hayatı Lacie’nin 4.5 yıldız kapabilmek için, Naomi’nin +4 yıldızlı çevresinde gezme durumları sizce günümüzde yok mu? Ya da şu anda Facebook, Twitter ve Instagram gibi mecralarda “beğenmeme” butonu olsa, bir paylaşımınıza sürekli “beğenmeme” gelse, sizi deli etmez mi? Tıpkı Lacie’yi ettiği gibi.

Günümüzde bile “Sen benim fotoğrafımı niye beğenmedin?” diye kızanlar, “Oha, check-in yaptın ama bizi etiketlemedin mi?” diye bozulanlar dünyasındayız arkadaşlar. Az takipçisi, az yıldızı, az beğenisi var diye sizden uzak duracak yeni bir nesil yolda. Fenomenler dünyasına dönen günümüzde bu ilk bölümden bu tarz bir yaşama yaklaştığımızı bas bas bağırıyor Black Mirror.

Bölüm 2: Playtest - Artırılmış Gerçeklik

Aslında “Test etmek” gibi bir manaya gelen Playtest bölümü, Türkçe olarak “Artırılmış Gerçeklik” adıyla geldi. Ama bu ad bile cuk diye oturuyor.

Günümüz dünyasına çok iyi atıfta bulunan bir diğer bölüm olan Playtest, Sanal Gerçeklik ve AR olarak bildiğimiz Artırılmış Gerçeklik dünyasını gözler önüne seriyor. Artık oynayan değil, oyunun içinde olma vakti geldi. Ama bu bölümde oyunu yaşama dünyasındayız. Şahsen “Oha, Hideo Kojima!” şeklinde tepki verdiğim Shou Saito tarafından geliştirilen ama daha test aşamasındaki oyunu, bir implant sayesinde sinir merkezinizden bilgiler alarak mükemmel bir korku oyunu ortaya çıkarıyor. 

Kendi korkularınız ile gerçek gibi yüzleşeceğiniz bir korku oyunu. Hem de öyle sadece böcek, kedi-köpek korkuları gibi korkular değil, kendinizi bildiğiniz andan oyunu oynadığınız ana kadar tüm korkularınızı işleyerek size sunabilen bir oyun. Herhangi bir senaryosu ve bitişi yok. Tamamen size kalan bir sona sahip. Yani sizin yaratıcılığınızdan, en korkunç hayal dünyanızdan beslenen, aklınıza dahi getiremeyeceğiniz korkuları size gösteren bir artırılmış gerçeklik oyunu.

İnsan gerçekten “Neden olmasın böyle bir oyun?” demeden edemiyor. Hatta, manyaklık mıdır nedir anlamadım ama, ben o oyunu oynamak isterdim.

Bölüm 3: Shut Up and Dance - Sus ve Dans Et

Günümüzde de sık sık yaşayan özel videoların sızdırılması gibi gerçekleri yaşamaktayız. Belki de günümüze en yakın olan bu bölümde sanırım bilmediğimiz binlerce kişi “Videon elimizde, dediklerimi yapmazsan internette yayınlarım” gibi şantaja maruz kalmıştır. Ancak burada şantaja maruz kalan birçok insan ile akıl almaz derecede eğlenen bir ya da birden fazla bir ekip var.

Seks kasetleri olanların, çocuk pornosu izleyen pedofilik hayvanların bunu yaparken kaydedildiğini görünce başkaları öğrenmemesi için bir yerden bir yere teslimat yapabilecek, hırsızlık ve hatta adam öldürmeye bile girişecek kadar gözleri dönebildiğini bizlere anlatan bu bölümden sonra özellikle bilgisayarının kamerasını bantlayacak birçok kişi vardır eminim.

Bölüm 4: San Junipero

Bu bölüm de sanırım en fazla ütopik, daha doğrusu distopik olanı. Aslına bakarsanız bu tarz konuları şimdiye kadar birçok filmde işlendi. En son olarak da yine bir distopya örneği olan Transcendence yani Evrim filmini gösterebiliriz.

Gerçekten bu bölümde olduğu gibi tamamen sanal bir dünyada yaşamak mümkün mü? Hani, bulutların üzerinde yaşamak hayali vardır ya, bunun yerine bulut servislerinde yaşama durumu gerçekleşebilir mi? Bu dünyada yeme içme, hatta seks gibi fiziksel aktiviteleri hissetme, gerçek duyguları da hissedebilme gibi bir sanallık.

Ölüm yok, gerçek hayatta yaşlı iseniz orada genceciksiniz. Yaşlanma da yok. İstediğiniz zaman dilimine gidebilirsiniz. 80’ler 90’lar ya da 2000’ler.

Belki de en absürt bölümdü. Ama birçok kişiye de “keşke böyle bir şey olsa” dedirtecektir. Yani, milyonlarca insan ölmek istemiyor. Hatta kimse istemez. İşte, size ölümsüzlüğü vaat eden bir teknoloji burada. Ne dersiniz, böyle bir dünya söz konusu sanal ve artırılmış gerçeklik dünyasının gelişmesi -baya baya gelişmesi- ardından mümkün olabilir mi? Sanırım Playtest bölümü bu bölüme göre daha gerçekçiydi. Ama “keşke” dedirtmiyor da değil.

Bölüm 5: Men Against Fire - Acımadan Öldürmek

Aslında her iki isimlendirme de fazlasıyla uygun. Hatta Türkçe isimlendirme daha da yakışmış. Direkt aklınıza Amerika’yı İsrail’i getirecek olan bu bölümde askeri teknolojiler tavan yapmış. “Maske” denilen bir mekanizma sayesinde sizin ne göreceğinizi, ne duyacağınızı, ne tadabileceğinizi kontrol edilebilen bir sistem olduğunu düşünün. Bu sistemden ise askerler üretiyorsunuz. Hem sizi gerçek manada geliştirebilen, hem de gördüğünüzü gören, uykunuzda göreceğiniz rüyayı bile ayarlayabilen bir sistem.

Aslına bakarsanız bu şey maske değil, tamamen tanrılaşma durumu. Ama teknolojinin kullanılış açısına bakarsak yine mantıklı. “İnsan ırkını, devleti korumak”. Evet, mantıklı. Ama işin aslını sonda görünce acayip sinirlendiriyor. İlk başta “böcek” denilen kişileri gördüğümde “Black Mirror da mı zombi işine girdi.” diye üzülürken sonda ortaya çıkan sonuç ile adeta senaristi ayakta alkışlamak istedim.

Düşük IQ, pedofili, rahatsız edici derece seks düşkünleri, bulaşıcı hastalık sahipleri, dışlayarak “gelişmiş insanoğlu” dünyasının devam etmesi için bu geri kalanları öldürmek gibi bir plan… İnanılmaz derecede sinir bozucu. Ama eminim dünyada bu tarz bir militarist düşünceye katılacak insanlar da olacaktır. Ki zaten buna da atıfta bulunuyor bu bölüm. Gerçekten üzerinde ağır tartışmalar dönebilecek bir bölümden bahsediyoruz. Yani, gerçekten birçok kişinin ölmesini isteyeceği kişiler falan toplanmış gibi bahsedilse de genel hatlarıyla insanlar arasında öldürme yetisi kuvvetli olmaması sebebiyle insan suratını yaratığa çevirerek direkt olarak öldürebilmenizi sağlayan bir teknoloji bu. Korkunç!

Bölüm 6: Hated in the Nation - Sosyal Linç

İki açıdan ele alınması gereken bir bölümdü bu son bölüm. Birincisi tabiki ana konu olan “#DeathTo” etiketi ile gerçekten ölmesini istediğiniz insanları yazıyorsunuz ve her gün 17:30’da günün en fazla #DeathTo etiketini alan kişisi ölüyor. Bu sevmediğiniz bir siyasetçi, nefret ettiğiniz bir adam, suçlu da olabilecekken trolleme kurbanı masum bir insan da olabilir. Böyle bir oyun gerçek hayatta olsa 1-2 gün içinde insanlar çığırından çıkacaktır. Ki olayın sonunda da inanılmaz bir ders veren bölümde tüm #DeathTo etiketiyle insanları ölüme götüren binleri öldüren bir sistem ortaya çıkıyor. Sonuçta bir anda kimin öleceğine karar verme yetisi binlerce insana verilse binlerce insanın ölmesi gerektiğini düşündüğü kişiler ölmeye başlayacak ve bu karar bizim kararımız olacak. Yok canım, kalsın.

Diğer konu ise devlet tarafından desteklenen robotik arı projesi. Ki bu oldukça mümkün. Çünkü günümüzde hali hazırla canlı böcekleri kontrol edilebilecek çipler denenirken, birçok böcek robotlar da mevcut. Hatta askeri alanlarda keşif ve gözcülük için bile kullanılan bu robot böceklerin ilerleyen yıllarda insanoğlunun yaşam döngüsünü korumak amacıyla kullanılabilir. Zaten sorun yaşadığımız noktalarda teknolojiyi kullanarak kapatırken olası bir böcek neslinin tükenmesi -hele ki arı gibi bir böcek ise- engellenmesi amacıyla bu tarz çözümler gelebilir. Zaten tavuklardan yumurta ve ineklerden süt üretimi kontrol edilebilir yapıya geldi. Bal üretimini de bu şekilde kontrol altına tutmak zor olmasa gerek.

Ama bu kadar teknolojik bir hayati gelişmenin tıpkı bu bölümde olduğu gibi hacklenebilitesi de var. Sonuçta internet dünyasında hiçbir şey imkansız değildir. Hatta dünyanın en güvenli sistemi bile tam tersi şekilde hacklenebilir. Yani bu arılar aslında ne kadar yararlı ve yaşamı kurtaran bir proje olsa da işte bu bölümde gözler önüne serildiği gibi katil sürüsü de olabilirler.

Sonuç

Sonuç olarak harika bir 6 bölüm izleyerek günümüz ve gelecek teknolojisini ağır bir dille sorgulayan Black Mirror, “teknoloji güzeldir” ve “teknoloji yararlıdır” algısını yerle bir edebilecek kadar sağlam bir dizi olduğunu bir kere daha gösteriyor.

Ancak The National Anthem (S1B1), Fifteen Million Merits (S1B2) ve White Bear (S2B2) bölümlerine güzel easter egg anları da yapıldığını görmek gülümsetti. Aynı zamanda görünüşe göre tüm bu gördüğümüz olaylar benzer zaman dilimlerinde geçiyor dizi içinde.

Evet, harika bir altı bölüm ve benim dikkatimi çeken, yapmış olduğum çıkarımlar bunlar. Siz ne düşünüyorsunuz? Dikkatinizi çeken farklı bir detay, ya da “şunu da eleştiriyorlar” dediğiniz farklı çıkarımlarınız var mı?

8
2
1
0
0
Emoji İle Tepki Ver
8
2
1
0
0