Dünyanın birçok ülkesinin aksine Türkiye’nin henüz aktif bir nükleer santrali yok. İnşaatı süren Akkuyu nükleer santralinin yakın zamanda işler duruma gelmesi bekleniyor. Geçtiğimiz günlerde ise Türkiye'nin ikinci nükleer santralinin Sinop'ta açılacağı açıklandı. Ancak Türkiye, geçmişte herhangi bir nükleer enerji üretimi olmamasına rağmen yüksek nükleer risk taşıyan ülkeler arasına üst sıralardan girmeyi başardı.
İstanbul İkitelli’de 1999’da meydana gelen bir olayla Türkiye; Çernobil, Fukuşima gibi tüm dünyaca bilinen büyük radyoaktif faciaların yer aldığı “dünyanın en önemli 20 radyoaktif kazası” listesine girdi. Önemli ihmal ve hataların sonucunda yaşanan bu olay, henüz bir santral dahi yokken yaşandı ve Türkiye’nin nükleer enerjiye yönelmesi konusundaki tereddütleri ve olası çok daha büyük tehlikelere karşı endişeleri artırdı.
Her şey, hurdacılıkla uğraşan Ilgaz ailesi üyelerinin tesadüfen radyoaktif bir madde bulması ile başladı.
Ailenin rastgele şekilde bir radyoaktif maddeye denk gelmesi ancak ve ancak büyük bir yanlışlık ve ihmalin sonucu olabilirdi. Nükleer enerji üretimi sonucunda ortaya çıkan nükleer atıkların doğru bir şekilde depolanması ve imha edilmesi gerekir. İnsan sağlığı ve hayatı için uzun yıllar sürecek tehlikeler oluşturduklarından rastgele şekilde atılamazlar. Dolayısıyla nükleer atık yönetimi ciddi bir özen ve sorumluluk gerektirir.
Ilgaz ailesi hurdacılıkla geçiniyor, çevredeki atık malzemeleri topluyor ve geri dönüşüm için gerekli işlemleri yapıyordu. Ocak 1999’da aileye hurda olarak satılan konteynerden radyoaktif madde çıktı. Bu madde bilinçsizce geri dönüşüme gönderilen malzemeler arasında bulunuyordu.
Maddeyle temas ettikten sonra Murat Ilgaz’ın parmakları eridi, Hüseyin Ilgaz 2004 yılında kansere yakalandı ve 57 yaşında hayatını kaybetti.
13 kişilik Ilgaz ailesi hurda diye atılan maddelerdeki radyasyona maruz kalmışlardı. Radyasyona maruz kalan aile üyeleri ancak tüp bebek yoluyla çocuk sahibi olabildi. Olay tarihinde 6 aylık bir kızı olan Naki Ilgaz bir daha çocuk sahibi olamaz duruma geldi, ailedeki kadınlar erken menopoza girdi.
Ilgaz ailesi ve diğer mağdurlar olayda Türkiye Atom Enerjisi Kurumunun ihlali ve nükleer kazanın yarattığı diğer insan hakları ihlalleri ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular ve TAEK’ten (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) tazminat aldılar. Ancak aile üyelerinin daha sonra belirttiğine göre tüm bu masraflar ancak nükleer kazanın yarattığı sağlık sorunlarının tedavisini karşılamaya yetti.
Yaşanan nükleer kaza ile ilgili Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ağır kusurlu bulundu.
Güvenlik standartlarının yetersizliği, denetim eksiklikleri ve radyoaktif maddelerin kontrolünde ciddi ihmalin bulunması gibi nedenlerle sorumluluklarını yerine getirmediği tespit edildi.
Böylece hiç nükleer santrali olmayan Türkiye hiçbir denetime tabi olmaksızın rastgele bir çöpe atılan radyoaktif atıklar nedeni ile dünyanın son 50 yılda yaşadığı en büyük nükleer kazalar listesinde yerini aldı.
Kontaminasyonun hiç olmaması gereken yerlerde yaşanmış olması, bir insanın yasal olarak maruz kalabileceğinden 10 kat daha fazla radyoaktif maddenin serbest bırakılmış olması ve kazanın ölümle sonuçlanması nedeniyle Türkiye 3. derece ile nitelenen "ciddi kazalar" sınıflandırmasına dahil edildi.
Yaşanan olay basit bir ihmal değildi ve bir nükleer santral sahibi olmaya aday olan Türkiye ile ilgili önemli endişelere yol açtı. Güvenlik standartlarının ve denetim mekanizmalarının ciddi anlamda güçlendirilmesi gerektiği, aksi takdirde benzer olayların tekrarlanma ve ciddi sonuçlarla karşılaşma riski bulunduğu gündeme geldi.
Bugün nükleer kazaların potansiyel riskleri ve atık yönetimi konusundaki endişeler, dünya kamuoyunda da ciddi tepkilere yol açıyor. Nükleer enerji kullanımına karşı çevresel kaygılar, sağlık ve güvenlik kaygıları artıyor ve birçok ülke bu nedenle alternatif enerji kaynaklarına yöneliyor.