Türkiye, dün son dönemlerin en büyük acılarından birini yaşadı. Azerbaycan'dan Türkiye'ye yolculuk yapan Türk Hava Kuvvetleri'ne ait bir C-130E tipi nakliye uçağı, Gürcistan hava sahası içerisinde kaza kırıma uğradı. Yaşanan olayda ne yazık ki 20 kahraman askerimizi kaybettik.
Millî Savunma Bakanlığı'nın konuyla ilgili çalışmaları devam ederken sosyal medya, türlü türlü iddialara ev sahipliği yapmaya başladı. Kimileri bu uçağın Rusya veya İsrail tarafından vurulmuş olabileceğini öne sürdü. Kimileri ise bunun uçağın yaşına bağlı bir kaza kırım olduğunu savundu. Biz de Webtekno olarak bu olayı irdelemeye karar verdik. Gelin tamamen somut ve resmî verilerden yola çıkarak tüm ülkeyi yasa boğan olayı detaylıca inceleyelim.
Önce C-130'ları tanıyalım: 70 yıldır hizmette!

Önce şu konuyu bir netleştirelim. C-130 Hercules, 1956'da hizmete girdiğinden beri üretilen en efsanevi "iş beygiri"dir. Uçağın asıl olayı hızlı gitmesi veya radar-savar olması değil "sağlamlığı" ve esnekliğidir. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinde onlarcası bulunan bu uçakları sadece yaşlarından ötürü kötülemek, doğru bir yaklaşım değil. Şimdi bu uçakların öne çıkan özelliklerini konuşalım.
-
Yüksek kanat: Motorları ve pervaneleri, ham pistlerden fırlayacak taş, toprak gibi yabancı cisimlerden korur.
-
Arka rampa: İkonik arka kargo rampası, "kamyon kasası yüksekliğinde" tasarlanmıştır. Bir zırhlı aracı veya 92 tam teçhizatlı askeri anında yükler.
-
Kısa pist: 4 motorunun verdiği güçle kısa veya profesyonel olarak hazırlanmamış pistlere bile tonlarca yükü indirmek için tasarlanmıştır.

İşte tüm bunlar, C-130 uçaklarının "Hava Kuvvetleri'nin Belkemiği" olarak anılmasını sağlıyor. Türk Hava Kuvvetleri de bu uçakları 1964'ten beri, en kritik operasyonlarda kullanıyor. Mesela Kıbrıs Barış Harekatı sırasında 900 civarı asker, C-130 ile adaya indirilmiştir.
Şimdi de kazaları konuşalım: Bu bizim ilk acımız değil!

C-130 Hercules uçakları, sık sık kazaya karışan modeller değiller. Ancak bu demek olmuyor ki mükemmeller. Hatta şöyle bir detay var; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan ikinci C-130 kaza kırım olayı ile karşı karşıyayız. Öyle ki 1968 yılında Manisa'da bir C-130, dağa çarpması sonucu kaza kırıma uğramıştı. O olayda 7 askerimiz şehit düşmüştü.
Manisa'da yaşanan kazanın nedeni neydi?
Manisa'daki kazaya karışan uçakta arıza yoktu. Pilotlar, gece koşullarında analog göstergelerle uçarken araziyi fark etmediler ve ne yazık ki dağa yöneldiler. Suçlu aviyonik yetersizlik, yani uçağın "beyninin" aptal olmasıydı. Ancak bunu yanlış anlamayın. 1968 yılında kullanılan bir uçak için ortalama bir teknolojiden bahsediyoruz.
Bu arada; C-130 Hercules uçakları, sadece Türkiye'de kaza kırım yaşamadı. 1981'de İran, 1992'de Nijerya ve 2021'de de Filipinler'de askeri amaçla kullanılan C-130 modelleri kaza kırıma uğradı. Ayrıca ABD'de de hem kamu hem özel amaçla kullanılan C-130 uçaklarında kazalar yaşandı. Bu kazaların çok büyük bir bölümünün nedeni, gövdede yaşanan sorunlardı.
Türkiye, uçakların aptal beynini "Erciyes" projesi ile yeniledi!

İşte geldik meselenin en can alıcı noktasına. Türk Hava Kuvvetleri, 1968'deki o "aviyonik" sorunu çözmek için 2006'da TUSAŞ ile Erciyes modernizasyon projesini başlattı.
Bu projeyle envanterdeki 19 uçağın "beyni" tamamen yenilendi: O eski analog göstergeler söküldü, yerine dijital "Glass Cockpit" ekranları, millî uçuş bilgisayarı, GPS ve dijital haritalar takıldı. Kısacası uçak, pilotun iş yükünü azaltan ve 1968'deki gibi dağa çarpmasını engelleyecek modern bir "beyne" kavuştu.
Bu trajediyi daha da karmaşık hâle getiren bir detay daha var: Gürcistan'da düşen uçak, 68-1609 kuyruk numaralı, 57 yaşında bir C-130E olmasına rağmen, tipi "C-130EM" olarak geçiyordu. O sondaki "M" harfi, uçağın TUSAŞ tarafından yürütülen Erciyes projesiyle modernize edildiğini, yani "beyninin" yenilendiğini gösteriyordu. Yani bakımsızlık veya aviyonik sistemlerde yaşanan bir sorun söz konusu değil.
Ancak!

Elimizdeki belgelere ve TUSAŞ'ın proje detaylarına baktığımızda Erciyes Projesi'nin kamuya açık hiçbir belgesinde iskelet değişimini, yani kapsamlı bir "yapısal ömür uzatma" programını göremiyoruz. Bu, şu anlama geliyor: Türkiye, 1968'deki kazanın bir benzerini önlemek için "beyni" modernize etti ancak gövde tarafında ne yapıldığı şu an için net değil. Tabii şu da var: Kayseri'deki 222'nci Filo Komutanlığı'na bağlı olarak görev yapan bu uçaklar, her altı yılda bir bakımdan geçiriliyor. Hatta bu bakımlarla uçakların 2040'lı yıllara kadar kullanılabilmesi amaçlanıyor. Ancak az önce de belirttiğimiz gibi gövde tarafından yapılan çalışmalarla ilgili detaylı bir bilgi bulunmuyor.
Peki dünkü kaza neden yaşanmış olabilir?
Bu noktada şu anda konuşmak, bir şeyler söylemek, Webtekno'nun etik kuralları gereğince doğru olmayacaktır. Çünkü biz, spekülasyonlardan ziyade doğru bilgiyi paylaşmak isteriz. Ancak sosyal medyada bu konuyla ilgili tonla iddia var. Kimisi uçağın Rusya tarafından düşürüldüğünü, kimisi ise bu işin içinde İsrail'in parmağı olabileceğini düşünüyor. Ancak gövdenin parçalara ayrılmış olması, daha önce yaşanan kazalardan ve elimizdeki bilgilerden yola çıkarak olası bir "metal yorgunluğu" ihtimalini de öne çıkarıyor. Ancak tekrar altını çiziyoruz, şu an için nedeniniz BİLMİYORUZ. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleyecek tek kurum, Millî Savunma Bakanlığı. Diğer iddialara kulak kapamak, şimdilik yapabileceğimiz en iyi şey.
Madem öyle Türkiye İHA ve SİHA'larla tüm dünyaya meydan okurken neden bu "eski" uçakları kullanmaya devam ediyor?

Bu sorunun kafanızı karıştırdığını biliyoruz. Aslında cevabı basit: Elma ile armudu karıştırıyorsunuz. Şimdi neden böyle söylediğimizi açıklayalım:
Bayraktar TB2 veya ANKA, bir SİHA'dır. Görevi gözetlemek, hedefini lazerle işaretlemek ve küçük bir füzeyle imha etmektir. Taşıyacağı yük bellidir. Bir C-130 ise "taktik nakliye" uçağıdır. Görevi 20 ton kargoyu veya 92 tam teçhizatlı komandoyu alıp, ham bir piste indirmektir. Bir SİHA, bir tabur askeri cepheye taşıyamaz. Bir askeri nakliye uçağının da son teknolojilerle donatılıp hedef tespit ya da imha gibi bir görevi yoktur. Dolayısıyla biri keskin nişancıysa diğeri zırhlı personel taşıyıcıdır. Yani bizim Türkiye olarak her ikisine de ihtiyacımız var. Özellikle de bulunduğumuz bölgenin risklerini göz önünde bulunduracak olursak.
Peki çözüm ne? Türkiye bu alanda ne yapıyor?

Gürcistan'da yaşanan kaza ve yaptığımız araştırmalar, mevcutta kullandığımız C-130B/E filosunun ultra modern beyinlere sahip olduğunu ancak gövde tarafında artık yaşlanmış olabileceklerini gözler önüne seriyor. Peki Türkiye'nin bundan sonraki süreçte ne yapması gerekiyor?
-
Acil çözüm: Bu filonun acilen yenilenmesi veya -yapılmadıysa- iskelet değişimi yapılması. Ancak burada şöyle bir detay var. Millî Savunma Bakanlığı, daha birkaç ay önce İngiltere'nin hizmetten çıkardığı C-130J (Super Hercules) modelleriyle ilgilenildiğini açıklamıştı. C-130J hem modern "beyne" hem de "yeni" bir iskelete sahip olduğu için oldukça mantıklı bir çözüm. Üstelik yaşanan kaza, bunun "acil bir zorunluluk" hâline gelmiş olabileceğini düşündürüyor.
-
Kalıcı çözüm: Stratejik nakliye uçağında dışa bağımlılıktan kurtulmak. Airbus'ın A400M projesine zaten ortağız. Hatta elimizde 10 kadar A400M bulunuyor. Ancak C-130 gibi daha esnek ve taktik bir platformun yerini dolduracak millî bir projemiz henüz yok. Yerli ve millî imkânlarla geliştirilecek yeni bir uçak projesi, Türkiye'nin bu alanda elinin güçlenmesini sağlayacaktır.
Artık resmî açıklamayı beklemek gerekiyor

Sözün bittiği yer. 20 canımızı, 20 vatan evladını kaybettik. Milletimizin başı sağ olsun. Şu ana kadar olduğu gibi bu dakikadan sonra da sosyal medya, "bakımsızlıktan düştü", "pilot hatasıydı" diyen sözde kaza-kırım uzmanlarıyla dolup taşacaktır. En doğru bilgi ise Millî Savunma Bakanlığı ve kaza-kırım ekibinin yapacağı detaylı inceleme sonrası ortaya çıkacaktır. Şimdi komplo teorilerine değil, resmî açıklamalara ve şehitlerimizin yasına odaklanma zamanı.


