Singapur denince aklımıza hemen tertemiz sokaklar ve kurallara harfiyen uyan insanlar geliyor ama işin aslı artık çok daha derin ve karmaşık bir teknolojik boyuta taşınmış durumda. Devletin yıllardır ilmek ilmek dokuduğu Akıllı Ulus (Smart Nation) projesi, dışarıdan bakıldığında hayatı kolaylaştıran kusursuz bir rüya gibi sunulsa da madalyonun diğer yüzünde "Acaba hayatımızın her anı kayıt altında mı?" sorusu yatıyor.
Bu içeriğimizde teknolojinin şehri nasıl ele geçirdiğini, bu sürecin gerçekten insan hayatını iyileştirmek için mi yoksa kontrolü artırmak için mi tasarlandığını ve bunun tepeden inme bir dayatma mı yoksa kaçınılmaz bir gelecek mi olduğunu sizler için mercek altına yatıracağız.
Hayatı “kolaylaştıran” kusursuz düzen

Öncelikle bu projenin neden tüm dünyada parmakla gösterildiğinden ve neden bu kadar övüldüğünden bahsetmek lazım çünkü sistem gerçekten de hayatı inanılmaz derecede pratikleştiriyor. Yaşlı nüfusun evlerine yerleştirilen sensörlerden tutun da nakit paranın neredeyse tamamen tarih olduğu ödeme sistemlerine kadar her şey tıkır tıkır işliyor.
İnsanlar sabah uyandıklarında trafik durumundan hava kirliliğine kadar her veriyi anlık olarak ceplerinde buluyorlar ve bu konfor, teknolojiye olan bağımlılığı ister istemez artırıyor. Sanki görünmez bir el, şehirdeki kaosu alıp yerine kusursuz bir matematiksel düzen koymuş gibi hissediyorsunuz ve bu durum, gündelik hayatın stresini ciddi oranda azaltıyor.
Gönüllü “zorunluluk”

İşin biraz daha düşündürücü ve eleştiriye açık kısmı ise bu devasa dijital dönüşümün halktan gelen organik bir taleple değil, tamamen devletin vizyonuyla, yani tepeden inme bir şekilde gerçekleşiyor olması. Hükûmet, verimliliği artırmak adına sokak lambalarından çöp kutularına kadar her nesneyi bir veri toplama aracına dönüştürürken vatandaşın buna "hayır" deme veya sistemin dışında kalma şansı pek yok.
Bu durum, teknolojinin nimetlerinden faydalanmak isteyen herkesi, gönüllü ya da gönülsüz bu devasa dijital ağın bir parçası olmaya zorluyor; yani akıllı bir vatandaş olmak, Singapur'da bir tercih değil, neredeyse bir vatandaşlık görevi hâline gelmiş durumda.
Güvenlik ve mahremiyet arasındaki ince çizgi

Tam bu noktada o meşhur "tekno-ütopya" kavramı biraz bulanıklaşıyor ve yerini hafiften bir dijital gözetim endişesine bırakıyor. Şehrin dört bir yanına yerleştirilen akıllı kameralar ve yüz tanıma sistemleri güvenliği sağlıyor olabilir ama aynı zamanda mahremiyeti de ciddi anlamda tehdit ediyor.
Her adımınızın, her harcamanızın ve hatta sağlık verilerinizin tek bir merkezde toplandığı bu sistem, kimilerine göre suçun olmadığı güvenli bir liman olsa da kimilerine göre her anınızın izlendiği şeffaf bir kafesi andırıyor. Kusursuz düzenin bedeli, bireysel özgürlük alanlarının daralmasıyla ödeniyor gibi duruyor ve bu da ütopyanın kime hizmet ettiği sorusunu gündeme getiriyor.
Geleceğin şehri mi veri laboratuvarı mı?

Sonuç olarak Singapur, tüm dünya için canlı bir laboratuvar görevi görüyor ve bize geleceğin şehirlerinin nasıl olabileceğine dair net bir fragman izletiyor. Bu projenin yarattığı ortamda, teknolojinin hayatı hızlandırdığı ve verimliliği artırdığı tartışılmaz bir gerçek olsa da sistemin insan odaklı mı yoksa sadece veri odaklı mı olduğu sorusu hâlâ gri bir durum.
Belki de gerçek bir tekno-ütopya, teknolojinin bizi yönettiği değil, bizim teknolojiyi sadece ihtiyacımız olduğunda kullandığımız ve gözetlenmekten korkmadığımız o hassas dengede saklıdır…

