Tam 221 Yıldır Çözülemeyen Büyük Sır: Kanada'daki Oak Adası ve Adanın Dipsiz Çukuru

341
11
10
8
7
Dünyada henüz çözülememiş birçok gizem var. Bunların en meşhur ve şok edici olanlarından biri ise, Kanada'daki Oak Adası ve adanın dipsiz çukuru.

Kanada'nın Quebec eyaletinin doğusunda, Nova Scotia Adası'nın yakınlarında bulunan minik bir ada Oak Adası. Oak, meşe anlamına geliyor ve bu ada ismini üstünü kaplayan kızıl meşe adasından alıyor. Bu sıradan adanın gizemi, 1795 yılında tesadüfen keşfedildi.

O yılın yaz aylarında adanın yakınlarından kanoyla geçen 16 yaşındaki Daniel McGinnis adaya çıktı ve yürümeye başladı. Eski bir patikadan ormanın derinliklerine ilerleyen genç, ağaçsız bir bölgeye çıktı. Bu açık alanda tek bir büyük meşe ağacı mevcuttu. Ağacın dallarından biri budanmıştı ve budanan kısımlar, topraktaki bir göçüğün 5 metre civarı üstünde uzanıyordu. Bu göçük Daniel McGinnis'in ilgisini çekti. Bunun bir define olabileceği fikrine kapılarak, hemen adaya 6 km uzaklıktaki evine, Chester’a gitti. Ertesi gün yanında 20 yaşın­daki John Smith ve 13 yaşındaki Anthony Vaughn’la Oak Adası’na döndü. Çukuru kazmaya girişen bu üçlü daha ilk çalışma saatlerinde şaşkınlığa kapıldı, çünkü yüzeyin 60 cm kadar altında taşlarla örtülü bir delik bulunuyordu. 3 metre aşağıda ise giriş, meşe kütükleriyle boydan boya örtülmüştü. Gençler çalışmaya devam ettiler, fakat 6 m ile 9 m arasında aynı kütüklerle karşılaşan arkadaşlar pes etmek zorunda kaldı ve geri döndü. Yaşanan bu ilginç hadise, efsanelerin canlanmasına sebep oldu.

Chester'a gidip bulduklarına inandıkları defineyi gün yüzüne çıkarmak için destek aramaya koyulan gençler, ne yazık ki bölge halkından aradığı desteği bulamadı. Chesterlı bir kadının annesi bölgeye ilk yerleşen kişilerdendi. Kadın bir anısını anlattı. Vaktiyle adada ateşler ve tuhaf ışıklar görünmüştü. Bir tekne dolusu adam ne olup bittiğini incelemeye gitmiş, fakat sonra arkalarında iz bırakmadan yok olmuşlardı! Kadına göre, akıllı bir insan bu adanın yakınından dahi geçmemeliydi. Yıllar sonra bir kere daha denediler.

Üçlü, bekledikleri desteği ancak 9 yıl sonra 30 yaşında hali vakti yerinde biri olan Simeon Lynds’den alabildi. Lynds, Anthony Vaughn’ın kendisine anlattığı öyküden oldukça etkilenmişti. Üç gençle, araştırmalarına yardımcı olmak maksadıyla bir ortaklık kurdu. Öte yandan John Smith de kazdıkları yeri çevreleyen arazinin bir kısmını satın almıştı. Daha sonraki 30 yıl süresince kalan bölümü da parça parça satın almayı başardı. Ve en nihayetinde adanın tüm Doğu yanı, onun mülkiyetine geçecekti. Grup 1804 yılında esrarengiz Oak Adası’na böyle çıktılar. Çukurun sonu bir türlü gelmiyordu.

Aradan geçen yıllar boyunca hiç kimse buraya el sürmemişti. İlk aşamada 27 metreye ulaşıldı ve her üç metrede bir aynı meşe kütüklerinin bulunduğu saptandı. 12 metreden sonra kütüklerin üstünde bir kömür tabakası vardı, 15 metrede bir kat cam macunu, 18 metrede ise bir kat hindistan cevizi lifi bulundu. Ve 27 metreye gelindiğinde en garip şey keşfedildi, burada üzerinde bilinmeyen esrarengiz bir yazının bulunduğu bir taş vardı. Taşı çıkardılar, ama kuyuya yoğun şekilde su dolunca çalışmalar yine yarım kaldı. Gizemli taşın sırrı maalesef çözülemedi.

Bu taş başka bir yerden getirilmemişti, adanın taşıydı. Üzerindeki ilginç işaretlerle bu taş, şüphesiz çok değerli bir ipucuydu. John Smith taşı adada yaptığı evin şöminesinin arkasına dikti. Bu düşüncesiz davranış, zaten silinmeye yüz tutan sembollerin korunmasına engel oldu. Yaklaşık 50 yıl sonra taş, Halifax’ta sergilendi. Amaç, çukurda keşif yapabilmek için daha fazla gelir sağlanmasıydı. O sırada bir yabancı diller profesörü, şifreyi çözdüğünü öne sürdü: “On adım aşağıda 2 milyon sterlin.” Bu yüzyılın başlarında ise taşı gören birisi, sonra 1935’te başka bir şey hatırladı. Son bir kelime daha vardı. Fakat o, taşı tekrar gördüğünde üstündeki yazı bütünüyle silinip gitmişti. O günden bu yana başka kimse taşı görmedi. Adeta bir bubi tuzağıydı.

Bir yıl sonra kaldıkları yerden devam etmek isteyen ekip, bu defa çukura paralel yeni çukurlar kazmayı denedi. Çukura bu arada "The Money Pit" yani "Para Çukuru" adı konmuştu. Bu yeni tünelden Para Çukuru'ndaki suyun boşaltılması planlanıyordu ama olmadı; su gelip bu kuyuyu da doldurarak çalışmaları 45 yıl boyunca durdurdu. Bu aksiliğin bir Bubi Tuzağı olduğu düşünüldü. Aynı zamanda yaklaşık 150 metrelik bir su yolu da keşfedildi ve bu kanal Para Çukuru´ndan başlayıp Smith´s Cove denen yere bağlanmıştı; su ne kadar çabuk boşaltılsa da, deniz suyu gelip yine boşluğu dolduruyordu. Keşif daha karmaşık ve kusursuz planlar gerektiriyordu, çünkü Para Çukuru´nun bilinmeyen mimarları öylesine ustaydılar ki, aşmak mümkün olmuyordu. Bu karmaşık ama mükemmel düzen, ancak usta bir mühendisliğin eseri olabilirdi.

Başından beri çukurun ünlü korsan Kaptan William Kidd´in gizli hazinesi, Shakespeare´in Bacon tarafından saklanan el yazması gerçek oyunları, İngilizler´le savaşan Fransızlar´ın ya da İngilizlerin Amerika´ya sakladığı hazineler, Vikingler´in gizli üssü, korsanların bankası, Avrupalılar´dan kaçan İnka ve Mayalar´ın altın stoklarını saklamak amacıyla kazıldığı gibi birçok ilginç iddia vardı. Hatta Tapınak Şövalyelerinin mirasının bu çukura gizlendiği bile söyleniyordu. Lakin en güçlü iddia korsanlar üzerineydi. Çukurdaki suyu boşaltmak için denenen tüm yolların başarısızlıkla sonuçlanması, çukurun üstün bir mühendislik eseri olduğunu gösteriyordu. Bir uzmana göre, açılan tünel, disiplinli 100 adamla, günde üç vardiya halinde ancak 6 ayda tamamlanabi­lirdi. Onları böylesi yıpratıcı bir çalışmada yöneten ise, çok iyi eğitim görmüş, deneyimli bir mühendis olmalıydı. Düzen, zannedilenden çok daha ayrıntılı ve karmaşıktı.

1849´da yeni bir şirket ortaya çıktı ve çukur yine hatırlandı. The Truro Company adlı şirket bu amaçla kurulmuştu. Şirket yeni teknolojiler kullanarak suyu yan kanallara akıtmayı başardı ve bunun için de özel matkaplar kullanıldı. 30 metre aşıldığında çok düzgün bir platformla karşılaşıldı. Burada üstte 10 cm kalınlığında meşe katmanı, altında da 55 cm kalınlığında metal parçacıklarından oluşmuş bir diğer katman bulunuyordu. Bunları 20 cm´lik yeni bir meşe katmanı, ardından yine 55 cm´lik yeni bir metal katman ve en altta da 10 cm´lik yeni bir meşe katmanı izliyordu. Ardından tüm bunların tekrarlandığı yeni bir katmanlar grubu geliyordu. İşte tam burada içi para dolu olan iki fıçı veya sandık bulundu. Matkap geri çekilirken ucunda meşe kıymıkları ve hindistan cevizinden yapılmış halat parçacıklarına rastlandı. Daha da ilginci bu aşamada üç küçük altın zincir baklasına da rastlanmasıydı. Bu altın halkalar ortadan kayboldular ve kimse ne olduklarını bulamadı. Her araştırmada sistemin daha derin ve karmaşık olduğu ortaya çıktı.

Her kat aşıldıkça çukurun daha derinlere indiği anlaşılıyordu. Şirket 1850´de yeni bir paralel tünel açtı ama yine su baskını başlamıştı. Tüm pompalama çabaları boşa çıkarken su akışının gelgite bağlı olduğu gözlendi. Ve o zaman fark edildi ki, çukurun etrafındaki kumsal da özel yapılmıştı; yani yapaydı. Çukuru yapanlar 45 metre uzunluğundaki plajı aşan bir kanal sistemi oluşturmuşlardı, sistem bir elin parmaklarını andırıyordu. Her parmak bir kanaldı; altı kil olan plajın altına kazılmış ve kayalarla şekillendirilmişti. Üzerlerine kıyılarda bulunan kayalar konulmuş, yılan otları ekilmiş ve metrelerce hindistan cevizi lifiyle kaplanmıştı. Aynı lifler aynı zamanda filtre görevi görüyorlar ve suyun getirdiği maddelerin kanalları kapaması engelleniyordu. Bu kanallar iç karada deniz suyu ile dolu olarak eğimli başka bir kanala bağlanıyorlar ve yerin altından giderek 150 m kadar ötede Para Çukuru ile birleşiyorlardı. Sonraki araştırmalarda yeraltı kanalının 120 cm eninde, 60 cm yüksekliğinde olduğu belirlendi. Kanal taşlarla desteklenmişti ve Para Çukuru ile 29 ile 35 m arasında buluşuyordu. Truro Şirketi artık cevabı biliyordu, yapılacak tek şey kanalı kapatmaktan ibaretti. İlk olarak bir baraj inşa edildi, su akıtıldı ve kanallar söküldü fakat o aşamada patlayan bir fırtınada baraj çökünce çalışmalar yine durduruldu. Her seferinde su basmasıyla başa dönüldü.

Her pes edilişte çukur tekrar suyla doldu ve çalışmalara baştan başlamak gerekti. 1861, 1893 ve ve 1897'de yapılan detaylı çalışmalar da benzer su baskınları ile sona erdi. Artık bu çukurda çok büyük bir hazine olduğuna inanç tamdı.

Yavaş yavaş derinlere inen şirketler, 52. metreye kadar kazmayı başardı. Burada karşılaştıkları şeyle şoka uğradılar, bu bir çimento katıydı. İki metre kalınlığındaydı, çevresinde 17 cm yüksekliğinde ince duvarlar mevcuttu. Bir kısmı ahşaptı, sonra boşluklar vardı ve arada da ne olduğu anlaşılamayan başka bir madde yer almıştı. Bundan sonra matkap yumuşak bir metal katmana ulaştı, altında 90 cm kalınlığında metal parçacıkları ve ardından yine yumuşak metal katmana ulaşıldı. Matkabın her geri dönüşünde gizeme yenileri ekleniyordu. Bir defasında matkabın ucunda koyun derisinden yapılma parşömen parçalarına rastlandı; üzerinde "vi", "ui" ve "wi" harfleri görülüyordu ki, bunun ne olduğu hala bilinmiyor. Bu ekstra bulgular, bu çukurda çok büyük ve çok değerli bir şey olduğu inancını destekliyordu. Yakın tarihte de trajediler devam etti.

1959´a gelindiğinde çukurun başında bu kez Bob Restall ve ailesi vardı. Restall, plajdaki kanal sistemini durdurmaya kararlıydı, bu arada üzerinde 1704 yazan bir kaya parçası buldu. Arkadaşları bunun önceki ekipler tarafından yapılmış kötü bir şaka olduğunu söylediler ama Restall inanmadı, kayanın çukuru inşa edenler tarafından bırakıldığına inanıyordu. 1965´te Restall bir tüneli kazmaya çalışırken tünel çöktü ve içeri sular doldu; oğlu ve iki işçi onu kurtarmak için tünele daldılar ama dördü de dışarı sağ olarak çıkamadı. Boğularak ölmüşlerdi. Araştırmalar günümüze değin hiç durmadı.

Teknolojinin de yardımıyla devasa iş makineleri getirildi ve çalışmalar hep devam etti. Daniel Blankenship, 1966´da işe 14 metrelik yeni bir tünel açarak başladı ve el yapımı dövme demirden yapılmış bir çivi ve bir rondela buldu. 1967´de yine el yapımı bir çift makas bulundu. Makasların İspanyol-Amerikan yapımı oldukları, büyük bir olasılıkla Meksika´da yapıldıkları ve 300 yıllık oldukları belirlendi. Aynı yerde kalp biçiminde bir de taş vardı. 60 cm kalınlığında, 19 m uzunluğunda kütükler keşfettiler, üstlerinde Roma rakamları vardı ve bazılarında çiviler bulunuyordu. Kütüklere karbon deneyi yapıldığında 250 yıllık oldukları anlaşıldı, adanın batı ucunda iki ahşap yapı ve plajda 2 m derinlikte hiç kullanılmamış bir çift deri ayakkabı bulundu. Çukurun dibi günümüzde de görülemedi.

1976´da Borehole 10-X adlı cihazla keşif yapıldı. Bu aygıt 70 metre derine indirilebildi ve burada da yapay boşlukların bulunduğu belirlendi. Aynı derinliğe yollanan bir kamera çarpıcı görüntülerle geri döndü. Zemin kayaydı, üç sandık görünüyordu, çevrede çeşitli aletler vardı ve en inanılmazı ise yerde yatan bir insan bedeniydi. Bu görüntüler üzerine aşağıya balık adamların indirilmesi kararlaştırıldı ama şiddetli akıntı ve görüş alanının sıfır olması nedenleriyle bu da başarılamadı. Bu sırada kameranın gidip geldiği yerin çöktüğü anlaşıldı ve bir daha aynı görüntülere ulaşılamadı. Son bulgular her şeyi yine karıştırıyor.

Geçtiğimiz Ocak ayında adada bulunan Roma dönemine ait kılıç, düşünülen her teoriyi yıkacak gibi. 2. yüzyıla ya da daha öncesine ait olduğu düşünülen kılıç, Romalıların sanılandan çok önce Kanada'ya geldiği ve burada yerli halkla bir savaşa girmiş olabileceğini gösteriyor. Yapımcılar şu sıralar "Oak Adası'nın Laneti" adında bir dizi belgesel çekiyor. Romalılar, Vikingler, Aztekler, uzaylılar, korsanlar, Tapınak Şövalyeleri ya da gizemli bir medeniyet... Çukuru kimin yaptığı halen muamma. Adadaki araştırmalar halen sürüyor ancak ilk araştırmanın üzerinden geçen 221 yıla rağmen Oak Adası gizemi devam ediyor.

Kaynak : https://onedio.com/haber/221-yildir-kazilmasina-ragmen-dibine-ulasilamayan-cukur-tuhafliklarla-dolu-oak-adasi-708606
341
11
10
8
7
Emoji İle Tepki Ver
341
11
10
8
7