İnsanlar Neden Kötülük Yapar? (Stanford Hapishane Deneyi)

203
23
13
10
4
Kötülük içten gelen şeytani bir dürtü mü yoksa sadece kimliklerle mi alakalı? Örnekle açıklayalım: Bir gardiyan, mahkuma gardiyan olduğu için mi işkence yapar, yoksa saf şekilde kötü birisi olduğu için mi? Sorunun cevabı Stanford Hapishane deneyinde yatıyor.

Bir topluluk içerisinde yaşayan bireyler, bilinçli olsun olmasın belirli toplumsal sorumluluklar ve roller edinirler. Öğrencilerin belirli bir saatte okulda olmaları ve derslere katılmaları, çalışanların istenilen saatte iş yerinde olup istenilen işleri yapması beklenir. Bunlar hâlihazırda yapılan ve yapılması gereken şeyler. Yani bize yüklenen çeşitli sorumluluklar. Peki, size ait olmayan bir rol verilse nasıl hareket edersiniz?

Nazi askerlerinin neden vicdanlarını dünlemeden insanları öldürme emrine uyduklarını araştıran Stanley Milgram'ın deneyini geçtiğimiz hafta aktarmıştık. Bu hafta ise onun sınıf arkadaşı olan Philip Zimbardo isimli bir başka psikoanalistin çalışmasına odaklanıyoruz. Zimbardo, eğitim gördüğü Stanford Üniversitesi’ndeki bir bodrumda, bir hapishane ortamı oluşturarak işe başladı. Amacı, insanların kötülük yapma nedenlerini bulmaktı. Bir başka deyişle davranışlarımızın, kimliklerimizden nasıl etkilendiğini ortaya koymak istedi. 

Hapishane sahte ama duygular gerçek:

Stanford öğrencileri için bir ilan yayımlayan Zimbardo, 75 başvuru aldı. Bu kişilerden sadece 24’ü belirli psikolojik testleri geçerek resmi denek oldular. Kurayla rolleri belirlenen kişilerin yarısı gardiyan, diğer yarısı da mahkum rolünü üstlendi. Her bir denek, deneye katıldığı için günde 15 dolar teşvik ücreti alacaktı. Aslında birer Stanford öğrencisi olan 12 mahkum, deney süresince sahte hapishaneden dışarıya çıkamayacaklardı. 12 gardiyan da görevleri tıpkı gerçekte olduğu gibi nöbetleşerek yürütecekti.

Mahkûm rolündeki insanlar, birer suçlu gibi hiçbir uyarı yapılmaksızın baskınla evlerinden alındılar. Yerel polis istasyonuna götürüldüler. Gerçek bir suçlu gibi parmak izleri kaydedildi, fotoğrafları çekildi ve Stanford Üniversitesi’nin bodrumunda hazırlanan hapishaneye götürüldüler. Hapishaneye götürülen mahkûmların kıyafetleri ve özel eşyaları alındı, çırılçıplak şekilde soyulduktan sonra yıkanıp mahkûm kıyafetleri verildi ve hücrelerine kilitlendiler. 

Tüm bunların yanı sıra gardiyanlar da haki renginde benzer üniformalar giyiyorlardı. Kısacası deney olabildiğince gerçekçi şekilde başlamıştı. Hatta gardiyanların gözünde, mahkûmlarla göz kontağı kurmamaları için güneş gözlükleri bile vardı. Mahkûmlara, üzerinde numaralar bulunan hapishane kıyafetleri verildi ve onlara yalnızca numaralarıyla seslenildi.

Zimbardo, gardiyanların amiri rolündeydi, sahte gardiyanlara nöbet saatleri yazdı. Deney için her şey hazırdı:

Kısa bir süre sonra normalde gardiyan olmayan insanların, kendilerini rollerine kaptırdıkları gözlemlendi. Deney başladıktan saatler sonra gardiyanlar, mahkûmları korkutmaya başladılar. Gardiyanlardan biri, sabaha karşı iki buçukta mahkûmları kaldırıp, kendi iradesiyle sayım bile yaptı. Sayımların amacı mahkûmların kendi mahkûm numaralarını daha iyi ezberlemelerini sağlamak, onları numaralarıyla daha tanıdık hale getirmekti. Daha da önemlisi bu sayımlar, gardiyanların gücünü ortaya koymak için yapılıyordu. Oranın patronu kesinlikle gardiyanlardı.

Gardiyanlara itaat etmeyenlere cezalar veriliyordu. Rol yapan mahkûmlar, gerçek birer mahkûm gibi davranmaya başladılar:

Birbirlerine gardiyanlarla aralarında geçen hikâyeleri anlatan mahkûmlar, kısa bir süre içerisinde sözde hapishanenin kurallarına ciddi bir şekilde uymaya başlamıştı. Hatta mahkûmlar içerisinde gardiyanları sevenler ve sevmeyenler gibi gruplar bile oluşmaya başladı.

Mahkûmlar gardiyanların dediklerine itaat etmek durumundaydılar. İtaat etmeyen mahkûmlar cezalandırılıyordu. Deneyin başında alınan “fiziksel cezalandırma yasaktır” kuralı sebebiyle mahkûmlara şiddet uygulanmasa da gardiyanlar, hakaretler ve küfürler savurabiliyorlardı. Gardiyanlar istedikleri zaman, bağıra çağıra mahkumları adeta sözleriyle dövüp, yerin dibine sokabiliyorlardı.

Muhtemelen bu aşamaya kadar neredeyse deneyin sonuna geldiğimizi düşündünüz, değil mi? Hayır, tüm bunlar sadece ilk gün yaşananlardı:

Gardiyanlar, ilk günün sonunda herhangi bir taşkınlıkla karşılaşmadılar. Tabii ki bir sorunla karşılaşmadıkları için ikinci günün sabahında çıkacak isyana karşı da hazırlıksızlardı. Deneyin ikinci günü mahkûmlar, kıyafetlerindeki numaraları söktüler ve yataklarını hücrenin kapısına dayayarak bir barikat oluşturdular:

Gardiyanlar, yangın söndürme tüplerini mahkûmların üzerine sıkarak mahkûmları geri püskürttü. Hücreleri açtıktan sonra mahkûmları soyup yatakları dışarı çıkardılar. Yangın söndürme tüpünün içerisindeki karbondioksit, mahkûmların ciltlerini rahatsız etmeye başladı. Mahkûmlar geceyi yataksız ve çıplak olarak geçirmek zorunda kaldı. Her şey yavaş yavaş kontrolden çıkıyordu.

İsyan otoriteyi beraberinde getirdi. Gardiyanlar, artık daha sert davranmaya başladılar:

Bu noktadan sonra gardiyanlar otoriteyi sağlamak için mahkûmlara çok daha kötü davranmaya başladılar. İsyana katılmayan mahkûmlara özel yemekler verilerek, isyankâr mahkûmların psikolojileri üzerine oynandı. İsyandan sonraki günlerde gardiyanlar fazlasıyla kontrol kurmuşlardı. Mahkûmlar çok daha itaatkâr hale gelmişken, gardiyanlar da kendilerini güce ve otoriteye kaptırmıştı.

Deney başlayalı daha 36 saat olmuştu, ancak Mahkûm 8612'nın durumu hiç iyi değildi: 

Herkes gibi rol yapmak için para alarak deneye katılan Mahkûm 8612, yaşananlardan sonra akut duygusal rahatsızlık, düzensiz düşünme, kontrolsüz ağlama ve öfke gibi sorunlar yaşamaya başladı.

Gardiyanlarla konuşan mahkûma psikolojik olarak zayıf olduğu belirtildi, hücresine geri gönderildi. Bu noktada diğer mahkûmlarla da konuşan Mahkûm 8612 “Gidemiyorsunuz. Çıkamıyorsunuz” diyerek diğerlerinin da gerçek birer mahkûm gibi hissetmelerine neden oluyordu.

Tecrit altına alınan Mahkûm 8612 çığlık atmaya, küfür etmeye ve öfke krizleri geçirmeye başladı. Bu noktadan sonra psikologlar, o günkü deneyi Mahkûm 8612 için sonlandırdılar.

Roller gerçeğe dönüşmeye başladı. Sahte mahkûmlar, gerçek isimleri yerine sahte mahkûm numaralarını söylemeye başladılar:

Bir sonraki gün geriye kalan mahkûmlar için bir aile ziyaret saati düzenlendi. Bu ziyaretlerin ardından ortaya bir kaçış planı iddiası atıldı. Bu olası kaçışı engellemek için polis departmanının yardımı alındı ve mahkûmlar üzerinde daha da fazla baskı kuruldu. Hatta mahkûmlardan çıplak elleriyle tuvalet temizlemeleri bile istendi.

Philip Zimbardo, eskiden hapishanelerde görev yapmış bir Katolik papazı çağırarak, deneylerinin ne kadar gerçekçi olduğunu incelemesini istedi. Papazın söylediğine göre mahkûmların yarısı kendini ismi yerine mahkûm numarasıyla tanıttı. Papaz herkesle bireysel olarak konuştu, buradan çıkmalarının tek yolunun bir avukatla görüşmek olduğunu belirtti.

Papazla konuşan Mahkûm 819’un sinirleri bozuldu, deliler gibi ağlamaya başladı. Psikologlar ona gidip dinlenmelerini söyledi ve ona yemek getireceklerini belirtti.

Tam da bu sırada gardiyanlardan biri Mahkûm 819’un arkasından “Mahkûm 819 kötü bir mahkûm” diye alay etmeye başladı. Psikologlar, Mahkûm 819’un bu aşağılamayı duyduğunu fark edince hemen onun yanına gitti. Artık ağlaması kontrol edilemeyen Mahkûm 819’a deneyi bırakması söylendi ancak o, diğer mahkûmlar onu ‘kötü’ olarak damgaladığı için deneyi bırakmayacağını söyledi. Rol yapmayı kabul eden sıradan bir insan daha, yaptığı rolde iyi bir insan oluğunu kanıtlamak istedi. 

Zimbardo tam da bu sırada araya girerek “Beni dinle, sen Mahkûm 819 değilsin. Sen (kendi adı)sın ve benim adım da Dr. Zimbardo. Ben bir psikoloğum, gardiyan amiri değilim ve burası da gerçek bir hapishane değil. Bu yalnızca bir deney ve buradaki herkes öğrenci, mahkûm değil. Tıpkı senin gibi. Hadi, gidelim” dedi.

Bu konuşmanın ardından Mahkûm 819 rolündeki öğrenci, bir anda ağlamayı kesti ve yukarı bakıp hiçbir şey olmamış gibi “Tamam, hadi gidelim” diye karşılık verdi.

Zimbardo, deneyi iki hafta olarak tasarlamıştı, ancak deney altıncı gününde sona erdirildi:

Başka bir psikolog olan Christina Maslach’ın sözde hapishaneye gelip gardiyanlar ve mahkûmlarla konuşarak deneyi değerlendirmesi istendi, ancak gardiyanların mahkûmlara nasıl davrandığını gören psikolog bunu reddetti. Öfkeden deliye dönen psikolog “Bu çocuklara (öğrencilere) yaptığınız şey korkunç!” dedi ancak sözde hapishaneyi ziyaret eden 50 kişiden yalnızca Christina Maslach deneyin etik ve ahlaki boyutlarını sorgulamıştı.

Deneyin sonucunda bireylerin onlara verilen toplumsal rolleri seve seve üstleneceği gözlemlendi. Hatta bu roller ‘gardiyan’ gibi klişeleşmiş rollerse eğilim büyük bir oranda artıyordu.

Tüm bunların yanı sıra katılımcıların her şey gerçekmiş gibi davrandığı da gözlemlendi. Örneğin mahkûmlar arasındaki özel konuşmaların %90’ı hapishane koşullarıyla ilgiliyken yalnızca %10’u hapishane dışındaki yaşamlarıyla ilgiliydi.

Deneyden sonra açıklamada bulunan Zimbardo “Deneyi planlanandan bir hafta erken ancak yeterince çabuk bitiremedik” diyerek işlerin düşündüğünden daha büyük ve kötü haller aldığını belirtti. Hatta başka bir yorumunda “Kendimi hapishanedeki rolüme o kadar kaptırmıştım ki araştırmacı bir psikologdan çok bir gardiyan amiri gibi düşünüyordum” dedi.

Toplumsal rollerin üzerimizdeki etkilerini anlatan Stanford Hapishanesi Deneyi yazımızın sonuna geldik. Konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Das Experiment, The Experiment ve The Stanford Prison Experiment filmlerini izleyebilirsiniz. Haftaya başka bir psikolojik deneyle, insan davranışının derinliklerinde görüşmek üzere, hoşça kalın.

Kaynak : https://www.simplypsychology.org/zimbardo.html
203
23
13
10
4
Emoji İle Tepki Ver
203
23
13
10
4