Atatürk'ün Cehalete Karşı Kurduğu 'Eline Asla Silah Almayacak' İkinci Ordunun Çok Konuşulmayan Hikâyesi

170
10
8
2
1
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurarken ve yaptığı inkılaplarla ileriye taşırken gözü hep daha büyük bir zaferdeydi. Ona göre, savaşlarla edinilen zaferlerden çok daha fazlasına ihtiyacımız vardı...

Bugün dünya üzerinde yaşanan tüm büyük gelişmeler ve insanlığın bir tür olarak attığı bütün büyük adımlar, bilim ve teknolojinin gelişimi ile yaşanıyor. Bunu insanlığa mâl etmek yerine daha gerçekçi bir bakışla bakacak olursak gelişmiş, refaha ermiş ve geleceği planlayanlar arasına katılmış bütün milletlerin bilim ve teknolojiye değer veren, onu geliştirip üreten milletler olduğunu görürüz.

Tabii ki bilimsel gelişim insanlık tarihi boyunca farklı dönemlerde farklı ilk adımlarla ilerleyen upuzun bir süreç. Ancak özellikle 17. ve 18. yüzyılda Aydınlanma Çağı ile insanlığın geleceğinin bilim olduğu daha iyi anlaşılmaya başlandı. Bu anlayış ve dünyadaki yansımaları, pek çok toplumu günümüzde olduğu yere getiren adımlardan biri oldu. Türkiye Cumhuriyeti de, akılcı bir lider sayesinde bu temeller üzerine kurulmuştu…

Savaşlarla elde edilen zaferlerden daha fazlasına ihtiyacımız vardı. Mustafa Kemal Atatürk, bunun farkındaydı.

Mustafa Kemal Atatürk'ü siyasi lider ve asker kimlikleriyle tanısak da, başarılarını yalnızca çok iyi bir asker ve ikna edici bir lider olmasına bağlamak büyük bir yanlış olurdu. Attığı her adımda arkasına aklı, bilimi ve eğitimi aldığını vurgulayan Atatürk, verdiği kararlarla da bunu sürekli kanıtladı. 

Kütahya'da bir lise binasında öğretmenlerle bir araya geldiği bir görüşmede Atatürk, ''Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin devamlı sonuçlar vermesi ancak irfan (bilmek, anlamak) ordusuyla geçerlidir. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun kazançları ölüdür. Milletimizi gerçek mutluluğa ve kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak ve milletimize sağlam ve verimli bir gelecek vermek istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, mükemmel, nurlu bir bilgi, anlayış ordusuna sahip olmak zorunda olduğumuzu inkâr edemeyiz.'' diyerek, savaşlarla elde edilen zaferlerin tek başına hiçbir anlamı olmadığını açıkça söylemiş…

Peki savaşlarla, zaferlerle, inkılaplarla tarih kitaplarında adı yan yana gelen Atatürk, bilimin Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli yapı taşı olması için neler yapmıştı? Onun bu akılcı, bilimi rehber edinen yanı nasıl gelişti? Yakından bakalım…

İkinci Meşrutiyet döneminde topraklarımızda yaşanan dönüşüm, Atatürk'ün düşüncelerini de etkiledi.

Mustafa Kemal, öğrencilik yıllarından itibaren pek çok öğretmeninden ilham alarak onlar sayesinde düşüncelerini şekillendirmeye başlamıştı. Aynı zamanda okumaya değer veren karakteri ve okuduğu binlerce kitap, düşüncelerinin oluşumunu kökten etkiledi. Sonrasında ise topraklarımızda başlayan dönüşümün yakından takipçisi olarak kendini geliştirmeye devam etti.

Osmanlı'da rasyonalist, pozitivist; akılcı ve bilim yanlısı düşünce anlayışı özellikle İkinci Meşrutiyet döneminde yükselişe geçmişti. Bu dönemde pek çok düşünür, ülkenin içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulacağına dair fikirler üretirken bir yandan da bu fikir akımlarını ülkenin aydın kamuoyuna anlatmaya çalışıyordu. 

Özellikle yayımlanan dergilerle fikirler giderek daha fazla insana ulaşıyor, topraklarımızda halkın geneline yayılacak büyüklükte olmasa da düşüncesel bir dönüşüm yaşanıyordu. Mustafa Kemal de bu dönemde tüm bu gelişmeleri yakından takip ediyor, bu topraklarda yetişmiş fikir insanlarının görüşlerini okuyor, aynı zamanda Kant, Descartes, Auguste Comte ve Jean Jacques Rousseau gibi isimleri hem okuyor hem de çevirilerini yaptırarak yayınlanmasını sağlıyordu. 

Şehbenderzade Ahmet Hilmi, Kılıçzade Hakkı Bey, Tevfik Fikret, Namık Kemal gibi sayamayacağımız kadar çok sayıda isim ve çıkardıkları dergiler, kitaplar, şiirler; başlattıkları tartışmalar, Atatürk'ün bilim, fen, ilerleme, evrim, uygarlık, mücadele gibi konulardaki fikirleri için ilham oluyordu. 

Örneğin Atatürk'ün 1916 yılında okuduğu, Şehbenderzade Ahmet Hilmi'nin görüşleri, Atatürk'ü pek çok yönden etkilemişti. Şehbenderzade Ahmet Hilmi, çağdaş yaşama geçmenin uzun sürecek yavaş bir gelişmeyle gerçekleşmeyeceğini vurguluyor, hızlı bir ilerlemeyi zorunlu görüyordu. İlerlememize engel olan nedenleri ise yeni fikirlere düşmanlık, durağanlığı sevmek, derinliğe inmeyen taklitçilik ile yüzeysel bilgi olarak açıklıyordu…

Atatürk aynı zamanda Descartes’ın “Metod Üzerine Düşünceler” adlı kitabının Türkçe'ye çevrilmesini istemiş, aynı dönemde ''Kant ve Felsefesi'' adlı bir incelemenin de yayınlanmasını sağlamıştı.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra eğitim ve bilim Atatürk'ün en birincil önceliği olmuştu.

Atatürk, Gazi Ankara Kız Lisesi'nde öğrenciler ile birlikte

Öğretmenlere ve eğitime verdiği değeri sık sık vurgulayan Atatürk, bu konudaki görüşlerini en iyi gösteren açıklamalarından birinde der ki, "Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.''

Milletin her bir ferdinin kafasına ilim ve fen koymak… Bu cümle, Atatürk'ün ilerlemek, vatandaşları refaha ermiş bir ülke oluşturmak için attığı en önemli adımı özetliyor. 

Türkçeyi eğitim ve bilim dili yapmak için attığı adımlar da söylemlerinin bir destekçisiydi.

Atatürk, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde

Türkçeyi korumak, öğretmek ve bir bilim dili olarak geliştirmek için Mustafa Kemal Atatürk pek çok büyük adım attı. Türk Dil Kurumu'nu kurmuş olmasının yanında bilimsel terimleri Türkçeleştirmek için de bizzat adımlar attı. Geometri terimlerini Türkçeleştirmek için kaleme aldığı Geometri kitabı, bunun en güzel örneklerinden biriydi.

Ona göre ''İlim tercümeyle olmazdı, tetkikle, yani araştırmayla olurdu''. Yani bilimi kendi dilimizle anlayabilmek, üretebilmek ve hayata geçirmek oldukça önemliydi ve yalnızca yürütülen araştırmaları takip etmek ve anlamak yetmezdi; bizzat o araştırmaları yapan olmak gerekirdi. Günümüzde siz biz gibi 'sıradan insanların' bilimsel çalışmaları takip etmek için yabancı kaynakları tarayıp anlamaya çalışmasının ne kadar zor olduğunu düşünün...

Üniversitelere ve bilim insanlarına verdiği değeri sık sık dile getiriyordu.

Atatürk, Edirne Öğretmen Okulu'nda öğrenciler ile birlikte.

Tüm bu adımlarla birlikte Atatürk, eğitimin bilimselleştirilmesine de büyük önem veriyordu. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi adımlarla bunun yapılması sağlanırken yıllar içerisinde Üniversite Reformu gibi adımlarla bu düşünce desteklenmeye devam etti.

Üniversite Reformu ile birlikte Türkiye'de ilk kez 'üniversite' kelimesi kullanıldı; üniversiteler bilimsel eğitimin temel alındığı, ilerici eğitim kurumları olarak şekillenmeye başladı. Öncesinde ise Avrupa'ya gönderilerek eğitim alan yüzlerce öğrencinin birer 'eğitimciye' dönüşmesi ile bu adımların zeminleri hazırlanmıştı. Ayrıca Üniversite Reformu ile birlikte Nazi Almanyasından kaçan pek çok Musevi asıllı bilim insanı Türkiye'ye geldi ve üniversitelerde istihdam edildi.

Atatürk, bilim insanı akademisyenlere verdiği değeri ise 1923 yılında onlara gönderdiği bir mesajda şöyle açıklıyordu;  ''…Bilimin millî istiklâl ile eş olduğu cihetle işgal buyurmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin, siz bilim adamları dahi hiç şüphesiz aynı savaşın kahramanlarsınız…

Atatürk bu düşüncenin temsili için aynı zamanda pek çok bilimsel kongre düzenlenmesini sağlamıştı. Eğitim, dil, tarih, sanat, kültür ve ekonomi gibi çeşitli alanlarda bilimsel kongreler ve kurultaylar düzenleyerek gelişimleri de yakından takip etmişti. 

Atatürk'ün bilime verdiği değeri vurguladığı sözleri...

Atatürk, İzmir Kız Lisesi'nde öğrenciler ile birlikte.

  • ''Medeniyetin kudret ve yüceliği karşısında çağdışı kalmış zihniyetlerle, ilkel boş inançlarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir olmaya ve aşağılanmaya mahkûmdurlar.''
  • ''Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin, yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.''
  • ''…En büyük gerçekler ve ilerlemeler, düşüncelerin serbestçe ortaya konması, tartışılması ile ortaya çıkar ve yükselir…''

Daha büyük zaferlere hâlâ ihtiyacımız var;

Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçek büyük zaferler için açtığı bu yolda, öğrenmekten ve öğretmekten bir an bile vazgeçmememiz gerektiğini bilmeliyiz. Onun söylediği ve dünyaya her dönüp baktığımızda gördüğümüz gibi; ''...Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yok eder. Uygar olmayan insanlar ve toplumlar, daima uygar olanların altında kalmaya mahkûm olacaklardır...''

Toplumun ve eğitim sistemimizin bilime bakış açısının ne olduğunu anlamalı, eleştirmeli ve bu durumun topluma ödettiği bedelin gerçekten ne olduğunu fark etmeliyiz. Ancak o zaman daha büyük zaferler elde edebiliriz.

170
10
8
2
1
Emoji İle Tepki Ver
170
10
8
2
1